Minikken
annem beni pencerenin önünde bağlarmış. Pencereden veya kapıdan sokağa kaçmayım
diye. Ben de pencereden gelen geçene bağırırmışım. Ne olur beni kurtarın diye.
Babaannem
anlatıyor bize gelince veya biz onlara gidince. Küçükken, ilkokulun önünde leblebi
tozu satanlar olurmuş. Onlar da çok severmiş. Yerken ağızlarına doldurur
püskürtürlermiş. Ağızlarına dolunca konuşamazlarmış. Bir de, bisküvilik gül
lokumu olurmuş. İki bisküvi arasına koyup yerlermiş.
Bir bayramda
tatlıcıdan baklava almışlar. O bayramda o baklavayı yiyen herkes, akrabalar da
gelen misafirler de hep ishal olmuşlar.
Dedem de hep
haberleri dinleyip şikayet eder. İkinci Dünya Savaşı olmasaydı şimdi Üçüncü
Dünya Savaşı çıkardı der, Hitler’i kimse unutamaz, o savaştan herkes ders
almış. Bir de hep doğal tarımı savunur. Gıda endüstrisi, plastik endüstrisi yok
edilmeli, insan cama tahtaya çeliğe dönüş yapmalı der.
Babaannemin
bir hayali var. Onlar altı kardeş. Bir gün diğer beş kardeşini eve çağırıp, ki
babaannem hepsinin bir arada yetiştiği evde yaşıyor hala, salondaki masada
onlarla birlikte yemek yemek istiyor. Çocukluklarındaki gibi. Altı kişi için
altı kişilik porselen takımlarını kullanacakmış.
Babaannem
bir de temizlik hastası. Gazoz şişelerini bile yıkar, buzdolabına koymadan
önce. Kapıları pencereleri hep siler. Çamaşır suyu ile. Boyaları akınca bu kez
de boyar kapıları.