Uzay mekikleri uzaya giderken bazı parçaları bırakır, bu parçalar dünyaya düşer ya, sanki bazen o düşen kısımlarda kalanlardanmışız gibi hissederiz.
Mekik parçaları bırakır ve yoluna gider hep yükseklere, hedefine ulaşır, atmosferi aşar gider. Parçalar dünyaya düşer, o parçalar, hedeflerine ulaşamayanlar işte, aynı yerde kalanlar. Veya o parçalar, bizim başarısızlıklarımız, hep denediğimiz ama başaramadığımız, ulaşamadığımız isteklerimiz onlar.
Başaramayışımız da hep bizim yüzümüzden olmaz. Örnekse, sınava gireriz, sınıfın, kursun, en çalışkanıyızdır, bütün soruları çözebiliriz, sınavda başarılı olmayabiliriz ama. Veya, başarılı olsak da bir şekilde puanımızı kırarlar, o okula giremeyiz, ya da kazansak da bir işe giremeyiz veya atanamayız bir yerlere. Bunlar mekiğin parçaları.
Bu durumda belki kendimize kızarız, mekik olmaktansa bana yakışan kendimi bir helikopterin ayağına bağlamak deriz, ip de yüz yüzelli metre olsun, bizi ayağımızdan bağlasınlar araca, kafa üstü sallanalım aşağıya doğru, helikopter de yavaş yavaş gitsin, böylece uzaya gidemesem de belki beynime kan gelir de başarısızlıklarıma değil de önüme bakarım, geleceğe.
Sonra yine uzay mekiği olmaya karar veririz. Uzaya doğru yola çıkarız. Parçaları bırakırız, bunlar dünyaya düşerler, bunlar yaşadıklarımızdır, bunlarla işimiz bitmiştir, hatırlamak bile gereksizdir, bu parçalar bizim safralarımızdır. Bütün safralardan, gereksiz parçalardan kurtuluruz, arınırız, aşırılıkları, yükleri bırakırız, biz sadeleşmiş, her türlü fazlalıktan kurtulmuş bir mekik olarak göğe doğru yükseliriz, sade olsak da yaşama heyecanı ile içimiz ateşlidir, hayatı yakarak atmosferden geçeriz.