DENİZKIZININ GÖZYAŞI (Eitha 11)
"Ve işte yine o ses, rüzgarın içindeki fısıltı benden yardım istiyordu."
...
Genç adam nefes almakta güçlük çekerken içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağını düşünmek yerine günlüğüne yazdığı son cümleleri düşünüyordu. Eğer bu durumdan kurtulamazsa ve şuan son dakikalarını yaşıyorsa ondan geriye sadece bu günlük kalacak ve en son cümlesi de bu olacaktı. Ölmek üzere olan birinin böylesine gereksiz bir detaya takılacağını düşünmezdi.
Grupla birlikte yola devam ederken Khazard'ın yaşadığını ve yardıma ihtiyacı olduğunu hissetmişti. Artık onu ısıran gezginlere tümüyle dönüşmek üzere olduğundan onların duyularına da sahipti. Fakat içinde bir yerlerde sebebini bilemediği bir güç onun tamamen karanlığa düşmesine engel olmuştu hep. Bir gezgine dönüşüp yeteneklerini almasına rağmen insan yanını korumayı başarmıştı. Bunda Haku'nun payı elbette vardı. İlaçları mucizeviydi. Yine de asıl gücün kendi içinden geldiğini hissediyordu. Haku ona bir zamanlar bebekliği hakkında bir hikaye anlatmıştı. Doğarken yaşama tutunması konusunda tanrıların onu kutsadığını söylemişti. Bu hikaye ona oldum olası büyüleyici gelirdi. Belki de Haku haklıydı ve kutsanmıştı. Bir gezgine dönüşüp de insan kalabilmesinin başka nasıl bir açıklaması olabilirdi?
Kalp krizi geçirmediğini sadece dönüşümü yüzünden nöbet geçirdiğini anladıktan sonra Haku'nun da yardımıyla kendini toparlamış ve Khazard ile hayatta kalan iki arkadaşını bulmak için gruptan gizlice ayrılmıştı. Onu giderken yalnızca Haku fark etmiş fakat şaman içgüdüleri ona engel olmaması gerektiğini söylemişti. Gidişi herkesi şaşkınlığa uğratmıştı. Ellerindeki en iyi haritacı liderleri gibi yok oluşuna doğru giderken onları yalnız bırakmıştı.
Ormanın içinde kalan şehirde ilerlemek uzaktan göründüğünden daha zor olmuştu. Doğanın gücü taşı toprağı birbirine katmış, geniş caddeler ve yollar yerini engebeli ve tehlikeli bir coğrafyaya bırakmıştı. Parçalanan asfalt yer yer ağaç örgülerinin arasına sıkışıp yükselmiş ama büyük çoğunluğu toprak ve bitki örtüsünün altında yok olmuştu. Her yerde zehirli sarmaşıklar bitmiş ve onlar kadar zehirli canlılara konak olmuştu. Ağaçlar eski binaların içlerinde bile yetişmiş dallarını camlardan dışarıya uzatmıştı. Az katlı binaların çoğu toprak altında kalırken birçoğunun çatısında ağaçlar ve diğer bitkiler yetişmişti. Gökdelenler ve diğer yüksek binalar gövdelerinin yüzeyde kalabilen kısımlarıyla ağaçların arasında çirkin ve korkunç canavarlar gibi yükseliyordu. Bunların arasında ilerlemek yeterince zorken bir yandan kötü niyetli diğer insan gruplarından ve vahşi hayvanlardan sakınmak öte yandan gece çökerse gezginlerden korunmak gerekiyordu.
Neyse ki Loran'ın yeteneği arkadaşlarının yaşadığını hissetmekten çok daha fazlasıydı. Bir insandan daha hızlı yürüyüp daha hızlı koşabiliyordu. Ona yaklaşan tehlike ne cinsten olursa olsun yönünü ve mesafesini önceden hissedip buna göre yolundan çekilebiliyor veya kendini savunabiliyordu. Böylece hava kararıncaya dek korktuğu kadar büyük bir tehlike yaşamadan arkadaşlarının olduğunu hissettiği yönde ilerlemeyi sürdürmüştü. Fakat onlara ulaşması iki gün sürdü.
Yaşadığı tek tehlike dışarıdan gelmiyordu. Her ne kadar şimdiye dek insan yanını korumayı başarmışsa da zaman zaman kontrolünü yitirdiği oluyordu. Bu anlarda neler yaşadığını çoğunlukla hatırlamaması da ayrı bir sorundu. Bazen bilincini kaybediyor ve sanki ikinci bir kişiliği varmış gibi hareket ediyordu. Bazen kendine geldiğinde elinde az önce yediği bir kuşun tüylerini bulup sinir krizi geçiriyordu. Bu bilinç kaybının önüne geçemezse arkadaşlarının arasına geri dönmesi imkansızdı. Kendini kaybedeceğini hissedebildiği anlarda Haku'nun ona verdiği ilacı yudumluyor ve kendini kaybetmemeyi başarıyordu. Ama ilaç bittiğinde ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bunu Haku'nun iksirleri olmadan çözmeyi umuyordu.
İkinci günün sonunda yaklaşık iki saatlik bir bilinç kaybının ardından gözlerini açtığında bir uçurumun kenarındaydı. Üstelik yerin on kat altında. Eski bir tapınağın karmaşık gizli koridorlarından geçerek bir yeraltı mağarasına ulaşmıştı. Üzerine gelen onlarca hatta yüzlerce gezgin vahşi kükremelerle saldırmaya hazırlanıyordu. Sağ tarafındaki hareketliliği fark edip baktığında Khazard'ın da yanında durduğunu gördü. Demek bilinçsizken bile onu aramış ve bulmuştu. Kendisine baktığını fark eden Khazard "Görüyorum ki sonunda kendine geldin Loran. Dönüştüğün şey korkunç fakat arkadaşlarını tanıdığın için şanslıyım." dedi ve ekledi "Gidebileceğimiz bir yer kalmadı. Ya yakalanacağız ya da.." cümlesini tamamlayamasa da aşağıya atlamaktan bahsettiği anlaşılabilirdi.
Khazard gördüğü rüya sebebiyle akıncı arkadaşlarına katılıp buraya kadar sürüklenmişti. Rüyası karmakarışık sahneler ve imgelerden oluşsa da yaşadıkça bunların ne olduğunu sonradan anlayabiliyordu. Rüyası onu bu tapınakta gizlenmiş bir nesneye yönlendirmişti. Onu aldıktan sonra gezginlerin saldırısına uğrayıp kurtulan diğer iki arkadaşıyla tapınağın altındaki mağara sistemine saklanmıştı. Fakat Loran gelinceye dek diğerleri de yakalanmıştı. Khazard bulduğu nesneye son kez bakmak için cebinden çıkarttı. Onu aldıktan sonra bir daha hiç bakma fırsatı olmamıştı. Rüyasında onu uçurumun altındaki derin yeraltı gölüne attığını görmüştü. Ve ona dokunduğunda bile bunu yapması gerektiğini hissetmişti. Khazard'ın kendisi bir şaman olmasa da dedelerinden gelen bir yeteneği vardı. Ve şimdi olduğu gibi bazen bu hislerin peşine düşmekten kendini alıkoyamıyordu. Yaptığı şeylerin sonucunu o şey gerçekleşmeden bilemese de bunları yapmaktan geri durmuyor ve korkmuyordu.
Parmaklarının arasında duran şey bir denizkızının gözyaşından oluşmuş damla şeklinde bir inciydi ve mavi bir ışık saçarak parlıyordu. Aynı parıltı metrelerce aşağıdaki gölün içinden de geliyor ve ulaşabildiği her yeri dalgalanarak aydınlatıyordu. Bu çok tuhaftı çünkü denizkızlarının soyu tükeneli milyonlarca yıl olmuştu. Onlardan birinin gözyaşının bu tapınakta korunuyor olması hem imkansız hem de şaşırtıcıydı. Bunca gezgini buraya toplayan enerjisi ve saçtığı pırıltılar da gerçek olduğunun kanıtıydı.
Loran kafa karışıklığının üstesinden gelmeye çalışmak yerine içinde bulunduğu duruma odaklanması gerektiğini anlamıştı. Göğsünün üzerinde nasıl olduğunu anlamadığı bir yara kanamaya devam ediyor ve nefes almakta zorlanıyordu. İşte bu yüzden bir anlığına günlüğü hakkında düşüncelere dalmıştı. Fakat kendini toparlaması gerekti. Böyle bir yarayla hala nefes alıp ayakta durabiliyorsa yarı gezgin olduğu için iyileşme şansı var demekti. Khazard'ın neden buraya geldiğini anlayamasa da elinde tuttuğu inciye bakınca önemli bir şey olduğunu tahmin edebildi. Yüzlerce gezginle dövüşebilecek durumda değildi. Yarı gezgin olmasının onlar üzerinde sakinleştirici hiçbir etkisi de yoktu. Bu yüzden yapılabilecek tek şeyin Khazard'ın düşündüğü şey olduğunu biliyordu. Ona bakıp yarım kalan cümlesini başıyla onayladı. Bunun sonucunda gezginler tarafından parçalanmak yerine çok küçük bir umutları olabilirdi.
Khazard elindeki gözyaşını uçurumdan aşağı fırlattı. Mavi parıltılar saçan inci metrelerce aşağı süzüldü. Bütün bunlar elbette saniyeler içinde gerçekleşiyor fakat insana yıllar sürmüş gibi geliyordu. Aşağıdaki sular sanki inciye kavuşmak ister gibi o yaklaştıkça çalkalanıyor, sanki onu yakalamaya çalışıyordu. En sonunda gözyaşı suya ulaştığı anda o noktadan kör edici yoğun bir ışık patlaması meydana geldi. Bu bütün gezginleri ve Loran'ı sersemletirken Khazard bile acı çekti. Işık patlaması azalırken suların parıltılar saçarak dönmeye başladığı ve bir çeşit girdap oluşturduğu görüldü. İşte o anda Loran yine o sesi duydu.
"Yardım et, Loran."
Ses suların içinden geliyordu. Khazard Loran'ı kolundan tuttu. Loran yaşadığı şok yüzünden bayılacak gibi görünüyordu. Gezginler ise çoktan toparlanıp üzerlerine koşmaya başlamıştı. Khazard odağını kaybeden gözlerine bakınca onun yine kendinde olmadığını düşündü. Tüm gücüyle Loran'ı da kendisiyle beraber uçurumdan aşağı atmayı ve kendilerine uzanan pençelerden son anda kurtarmayı başardı.
Bölüm Sonu
Bölüm için dinleme önerisi: https://www.youtube.com/watch?v=ZbEUkg-r-k0
YABANCI (Eitha 12)
Güneşin tatlı bal rengi ışığının bahara bürünen dünyayı yavaş ve incitmeden ısıttığı bir gündü. Koşarken arasından geçtiği çayırlardan yusufçuklar ve yaprakların arasına saklanmış minik kuşlar uçuşup kaçıyor, her yana polenler ve hindibalar saçılıyordu. Güneş her şeyi altın renginde bir konturla çizip zarkanatlıların kanatlarından süzülürken birer sanat eserini gözler önüne seriyordu. Küçük kız diğer iki ablası ve annesiyle beraber koşmaktan yorulduğunda kendini onlar gibi otların arasında yere attı. Babası da uzaktan koşup onlara yetişmek üzereydi. Kucağındaki sepette onlara atmak için su balonları taşıyordu. Yanında onları ziyarete gelen ikiz kuzenleri de minicik ellerindeki balonlarla saldırıya hazırdı. Annesi zaten sırılsıklam olmuş haliyle "Yeter pes ediyoruz!" diye bir yandan onlara durmalarını söylüyor bir yandan da gülüyordu. Eifur otlara karışmış simsiyah saçları ve yeşil gözleriyle ailenin sarışın diğer üyelerine asla benzemiyordu. O gün ne kadar çok güldüğünü ve ne kadar eğlendiğini hiç unutmamıştı. Ve çimenlerin arasına uzanmışken o tatlı gün ışığının otları nasıl da taçlandırdığını...
"Kendine gel!"
"Eifur uyan!"
Eifur onu çağırıp duran sesin sahibine sinirlendi. Onu bu tatlı anıdan çekip çıkartmak istemesinin önemli bir sebebi olsa iyi olacaktı. Gözlerini açtı. Otların arasında yatıyordu. Gece, tüm karanlığıyla üzerlerini örtmüştü. Bakışları bitkileri çevreleyen ve gümüşi mavi bir renkle aydınlatan ay ışığına odaklandı. "Ne kadar da tanıdık.." diye düşündü. Kafası karışmıştı. Su fırlatma oyunu oynarken uyuyakaldığını ve gece olduğunu hayal etti bir an için. Sonra baloda olanları hatırladı. Fiziki farklılıklarından dolayı hep bir şüphe duysa da bunu şimdiye kadar umursamamışken baloda ondan nefret eden saçma sapan bir kız bulduğu belgelerle ailesinin gerçek olmadığını ortaya çıkartmıştı. Bu nedenle kız kardeşlerinin açıklamalarını bile dinlemeden gözyaşları içinde oradan ayrılmıştı. Her şeyin kötü bir şaka olmasını diliyordu. Fakat gerçek olduğu aşikardı. Yeniden gözyaşlarına boğulmak üzereyken "Kendine gel!" diye tekrar eden ses karşısında olan biten diğer şeyleri anımsadı. Zombiler.. Bir anda ayağa kalkıp ne yöne gittiğini bile fark etmeden koşmaya çalıştı. Fakat onu kurtaran kişi bir kez daha "Delirdin mi ne yapıyorsun?" diyerek kolundan tutup durdurdu.
"Baloda ailem ve bir sürü insan tehlikede. Bir şeyler yapmalıyız." diye yanıtladı. Ormanın derinliklerinden çığlıklar ve kükremeler duyuluyordu. Yabancı "Şato kapatıldı. Dışarıda olanlar için bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok. İçeride güvendeler. Ve bizim de tapınağa ulaşmamız gerekiyor." dedikten sonra yaklaşıp bir elini kızın yüzüne doğru uzattı. Eifur bu harekete refleks olarak kaçındı. Fakat onun sadece yarasına bakmak istediğini anlayınca durdu. Koşarken çıplak ayakları yara bere içinde kalmıştı ve doğru düzgün adım atmakta zorlandığı için tökezleyip düşmüş sonucunda da başını çarpıp bayılmıştı. Yabancı, kızın yüzüne düşen saçları kenara çekip şakağındaki kanamanın durmuş olduğunu görünce derin bir nefes aldı. Kan kokusundan ve görüntüsünden çok kötü etkileniyordu. Yine de dikkatini toplamayı başardı ve "Yaratıklar kokumuzu almadan önce tapınağa ulaşmalıyız." diyerek elini tutup bu sefer düşmediğinden emin olamaya çalışarak yine yola koyuldu.
Her şey çok karmaşık ve korkunçtu. Balo, zombiler ve şimdi bu ormandaki kaçış.. Bir de sahilde bulduğu not vardı. Ve bu adam neden o sırada oradaydı ve nasıl bir tesadüfle karşılaşmışlardı? "Notu yazan sen miydin?" diye kısık sesle sordu. Fakat o cevap vermek yerine yola devam ediyordu. Belki de çok kısık sesle sormuştu ve duyulmamıştı. "Can sıkıntısından sahilde yürüyordum. Beni doğru zamanda bulduğun için sanırım şanslıyım peki ama tek başına ormanda senin ne işin vardı?" Bu sefer biraz daha duyulabilir bir sesle sorduğundan emindi ama yine cevap alamadı. Zihninde gittikçe şüpheye düşen sesler dönüp duruyor ve korkunun karanlık ve vahşi kuyusuna daha da düştüğünü hissediyordu. Bir anda bir şeyi fark etti ve elini geri çekerek durdu.
"Adımı nerden biliyorsun?" Bunu ona hiç söylemediğinden emindi. Yabancı derin bir nefes alıp ona döndüğünde ekledi "Beni uyandırırken adımı söyledin. Bunu sana hiç söylemediğim gibi ben de senin adını bilmiyorum. Benimle oyun mu oynuyorsun? Bir çeşit kamera şakası mı çeviriyorsunuz?" Sinirlendiği için sonlara doğru sesi iyice yükselmişti. Bu durum karşısında endişelenen adam uzanıp eliyle ağzını kapattı ve kaçıp saçma sapan şeyler yapmasını engellemek için bir ağaca yaslanmasını sağlayarak sessiz olmasını söyledi. Gözleriyle etrafa hızlıca bakınırken korktuğu çok net görülebiliyordu. Ormanın içinden bir ses duyulmayınca bakışlarını tekrar Eifur'a çevirip elini yavaşça geri çekti ve onu omuzlarından tutmaya devam ederken "Şaka veya oyun değil. Bu şeyler gerçek. Bana adını sen söyledin. Daha önceki karşılaşmamızda. Ama sen bunu hatırlamıyorsun." diye cevapladı.
"Ne demek daha önce? Nasıl hatırlamam? Okuldan mı tanışıyoruz?"
Olanlar sahiden de inanılır gibi değildi. Bununla beraber içinden bir ses onun haklı olduğunu söylüyordu. Bir şeyler tanıdık geliyordu. Adını koyamadığı bir his tüm bedenini sarıyordu. Fakat hatırlamadığı bir şeye nasıl inanabilirdi?
"Daha önceki karşılaşmamızda... Seni zombiden kurtardığımda. Bu gece... Aslında bu bizim yedinci karşılaşmamız."
Kesinlikle delirmiş olmalı diye düşündü Eifur. Kesinlikle aklını kaçırmış olmalıydı. Bir tokat atıp kaçmakla kaçmamak arasında kaldı çünkü ormanda ne tarafa gideceğini bilemiyor ve zombiler tarafından yakalanmak istemiyordu. "Sen delirmişsin!" diye ağzından kaçırdı. Deli birine söylenecek en son şey belki de buydu. Saldırganlaşmasından korktuysa da o sadece gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu. Gözlerindeki bu bakışlar ve bu parıltılar o kadar tanıdıktı ki Eifur da aklını kaçırdığını düşünmeye başlayacaktı. En sonunda "Sahildeki notu sormuştun. Onu sen yazdın. Bir önceki sefer. Bunu sana nasıl açıklayacağımı bilemiyorum fakat aynı geceyi yaşayıp duruyoruz ve her seferinde seni kurtarmaya çalışıyorum. Ama.." derken cümlesini tamamlayamadı. Fakat sonra "Sen inanmadığın veya başka aksilikler olduğu için her seferinde başa dönmek zorunda kalıyorum. Lütfen, tapınağa ulaştığımızda her şeyi hatırlayacaksın ve bu yaratıklardan bir şekilde kurtulacağız." diye ekledi.
Tam o sırada çalıların arasından fırlayan bir canavar gerçekliğini sorgulatmayacak derecede korkunç haliyle üzerlerine gelirken düşünecek pek fazla vakit kalmamıştı. Eifur yabancının yeniden elini tutup peşinde sürüklemesine izin vererek yaratıktan kaçarken aklı darmadağın haldeydi. Koşmaya devam ederken düşünce akışını kontrol edemiyordu. Sahildeki notu düşündü. El yazısı sahiden de onun olabilirdi çünkü harflerin uçlarını çok karakteristik şekilde kıvırıyordu ve başka detaylar da vardı. Diyelim ki notu o yazmıştı ama bir uçurtmayı ve kağıdı nerden bulmuştu? Aklımı kaçırıyorum diye düşündü. Az önce notu nasıl yazdığını düşünürken aynı anı yaşadığı saçmalığını kabul etmiş gibi olmuştu. Bu gecenin artık bitmesini istiyordu. Tapınakta nasıl korunacaklarını merak etti. Bu şeyler kutsal alanlara giremiyor muydu? Yabancı daha önce defalarca aynı yerden geçmiş gibi emin adımlarla ilerlerken yerini önceden biliyormuş gibi tüm engellerden sıyrılıp ona da yol gösteriyordu. Arkalarından gelen canavar ağaçların arasında kaybolduğu halde durmak tehlikeliydi. Böylece milyonlarca soru eşliğinde durmadan koştular. En sonunda bir uçurumun kenarına geldiklerinde Eifur az daha düşecekken yabancı onu kendine doğru çekip durdurdu. Elbette iddia ettiği teori doğruysa uçurumun yerini de biliyor olmalıydı. Yüzü yüzüne bu kadar yakınken kıza özlem dolu bakışı hem tuhaf hem de tanıdıktı. Eifur'un aklı karışıyordu.
Bu garip durumdan çıkmak için geri çekilirken yabancının da kendini toparlamaya çalıştığını gördü. Sonra ilerideki bir köprüyü fark etti. Uçurumun karşısında kayalık bir adaya tek giriş yolu bu uzun ip köprüydü. Oradan geçerlerse ve o kayalık ada temizse köprüyü keserek güvende kalabilirlerdi. Kafasındaki soruları şimdilik bir kenara bırakarak yabancıyla beraber köprüye doğru koşmaya başladı.
Bölüm Sonu