Hep hayal
ederdim. Jane Austen, Bronte kardeşler, Adalet Ağaoğlu, Marcel Proust, Kafka,
Oğuz Atay, Tolstoy, Balzac, Çehov’un beyinlerinin içindekilerini, zekalarını,
hayal güçlerini, yazmak için kurgularını kendi beynime naklediyorum.
Bunların
karışımından romanlar yazıyorum. Neler çıkardı acaba diye düşünürüm her
zaman. Hayal etmek güzel bir şey. Tabii
adını söylediğim yazarların hayal güçleri daha güçlü olmalı benimkinden. Ama
tabii ben onlardan daha şanslıyım. Onlar büyük olasılıkla birbirlerinin
eserlerini okumadılar. Ama yani ben hepsini okudum.
Sonra
onların hepsini kendime ait bir odada bir araya getirdim. Oturun konuşun dedim,
ne keyifli olur sohbetleri onların ama. Konuşun da keyifle sizleri dinleyim,
sonra da sizden esinlenip romanlar yazayım. Kendine ait bir oda da beynim yani.
Veya gizli bahçe de diyebiliriz buna. İnsanın gizli bahçesi olur arada bir
zararlı otları ayıklar, besler, sular bitkileri.
Yoksa yani
herkese bir oda versek, dört duvardan oluşan, otur yaz desek, yazamaz herhalde
hiç kimse veya çoğu, hatta yazmaktan sıkılıp odadan çıkarlar, yazmak
istemiyorum, özgürlük istiyorum da diyebilirler. Yazmak için o duvarların
sizinle konuşması lazım. Belki o odada sizden önce yaşayanların hayatlarını
size anlatmalılar. Sizin de belki o duvarlarla konuşmanız lazım. Bu belki
delilik olabilir yani güzel bir delilik.
Üstelik
yazmak için önce duvarları yıkmalı. Odalar beynimizde olsun. İstediğimiz zaman
o odalara girelim, her odada bir hikaye olsun veya her odaya bir yazar koyalım.
O odaya girince o yazar gibi yazalım.
Şimdi bugün
örneğin Jane Eyre evden çıkar, yol üstündeki parktan geçer ve Migros’a girer,
indirimli kitaplar arasında klasik eserlerden Jane Eyre’i görür. Beni yazmışlar
der. Sıkıcıdır bu, okumayım.