23 Eylül 2020 Çarşamba

ANI DEFTERİ





Kardeşimle küçükken biz, aile akraba toplantıları hoş olurdu. Monopoly, tombala oynardık küçükler. Büyükler de sohbet ve televizyon.

Bir de eğlence, göbek atma vardı. Dedem, başına tas geçirirdi, beline patlıcan kabak bağlardı, göbek atardı. Daha sonra pijama giyer, bir bacağında pijamayı yukarıya doğru sıyırır, sarhoş taklidi yapardı. Ben de kardeşimle defile yapardım. Çarşaflarla, yastık kılıfları, divanların altındaki perdeler, tüller, el işleri, çeyizlerle.

Küçükken gördüğüm rüyaları da unutmam zaten aynı rüyaları hep görürüm. Kum tepesine tırmandım zorlukla, tepeye çıktım, bir baktım, tepeliğin öbür tarafında merdivenler varmış, ordan indim aşağı. Otoyolda araba sürüyorum, direksiyon birden bir sopa oluyor. Gemiden birden suya düşüyorum gibi rüyalar.

Uyanınca insan rahatlıyor. Bu rahatlama hissi şeye benziyor. Tencerenin suyla rahatlamasına. Yemek pişirirken, yağ soğan biber domates filan koyarsın, bunlar pişer. Tencere kurur sanki. Bir süre sonra sıcak suyu dökünce tencere birden rahatlar, sanki oh der.  Yazın terleyince soğuk duş almak gibi.

Bir rüyamda Gülben Ergen ile şezlonga uzanmıştık. Havuz kenarında. Bir şeyler içiyoruz, dondurma yiyoruz, şarkı söylüyoruz, ona eşlik ediyorum, klip çekeceğiz de, şarkıyı unuttum şimdi.

Köpeğimiz Gork, küsmüştü bana, tüylerini düzeltip traş edip taradığımda, sıkılmıştı, azıcık canı acımıştı, çünkü bahçede her yerine diken dolaşmış, sokak köpeği gibi olmuştu dikenli dikenli. Sabah gelip kafama atlayıp ben uyurken ağlamıştı, dikenler canını acıtmış.Kurtar diyordu, kurtarınca da küsmüştü.

İncir çok sevsem de yerken hep korkarım. İçinde bir canlı varsa diye. Küçükken dağdan toplardık, bahçelerden, onlarda çıkıyordu. Elma kurdu gibi bir şeyler.

16 Eylül 2020 Çarşamba

OYNA HAYDİ






Dünya bir sahne hayat bir oyun ya bizler de sahne tasarımcısı değiliz tabii ki oyuncuyuz.

Pınar Kür demiş, küçük oyuncular diye. Küçük işlerle uğraşanlar, yani mafya olup da küçük işler yapanlar değil tabii, küçük işler yani dedikodular, olaylarla ilgilenenler, başkalarıyla, kalbi küçük olanlar.

Büyük oyuncular da var tabii. Tenisteki Büyük Dörtlü değil ama yani Nadal, Federer değil, büyük planları, hedefleri olanlar, uzaklara bakanlar, kavramlarla düşüncelerle ilgilenenler. Sahne tasarımı iyi bu dünyanın, eh biz oyuncular da iyi oynayalım bari. Oyunumuza ışık, renk sokalım.

Sahnede olduğumuza göre eh bir perde de var tabii. Perdeyi açıp hayata karışmalı. Oynuyoruz ama doğaçlama tabii, elimizde bir metin yok. En güzeli de her sabah oyuna başladığımızda hayatımızın ilk oyunu gibi hissetmek olmalı. Dün oynadığımız oyunun repliklerini unutmuşuz zaten, bu sabah yeni cümleler bulmalı.

O zaman demek ki sen bir oyunsun hayat, sonbaharı da getirdin, iyi bir oyunsun, biz oyuncular mı kötü oynuyoruz acaba? Yoksa seni değiştirmeye mi çalışıyoruz ki?

Ah seni olduğun gibi kabul etmek lazım değil mi? Bir oyunsun işte, oyun olarak görmeli seni. Bizler de madem oyuncak değiliz, oyuncuyuz, bazen komedi bazen dram oynamayı bilmeliyiz tabii. Karmaşayı, çatışmayı bileceğiz. Dramı, dramın içindeki mizahı.

15 Eylül 2020 Salı

APARTMAN BOŞLUĞU







Boşluk. Boş’un olduğu yer. Boş olan yer. Oraya bakınca apartmanın boşluğunu anlıyoruz.

Her şey boş aslında. Yani hayat bir apartman boşluğu. Çoğu zaman onun gibi karanlık, hüzünlü, kasvetli. İçine birçok işe yaramayan şey atılmış. Hayatlarımız da öyle.

Karanlık bir yer ama biz apartmanın bu bölümüne “aydınlık” da diyoruz. Apartmanın aydınlığı. Bizim apartman çok aydındır. Yaşayan herkes bir okul bitirmiş. Apartmanlar boş değil. Hep dolu. Kiracılar her zaman değişir. Satılık ilanları olur.

Aydınlık desek de bu apartman boşluğu genellikle ışıksız olur, loş, biraz da korkunç. İnsan bu boşlukta bir yaratığın yaşadığını hayal edebilir. Mutfak pencerelerinden atılan çürümüş sebzelerle beslenen. Ya da Notre Dame’ın Kamburu gibi biri veya Operadaki Hayalet.

Apartman boşluğunda yaşar Quasimodo. Apartmanın giriş katındaki liseli kız Esmeralda’ya aşıktır. Esmeralda mezuna kalmıştır. Quasimodo ona mat çalıştırır. Esmeralda’nın odası bu boşluğa bakmaktadır. Esmeralda hep boşluğa bakar. Hayatın boş olduğunu böyle anlamıştır.

Apartman boşluğunda yaşar Operadaki Hayalet. Giriş katındaki konservatuar öğrencisi Christine’e aşık olmuştur. Ona solfej dersleri verir. Christine ünlü bir soprano olur ama hep baba evine döner ve boşluktaki müzik öğretmeni ile konuşur. Hayalet, o yokken zaten bir boşluktadır. Mekanı da boştur ruhu da.

Belki giriş kattakiler bu boşluktan yararlanabilir. Bu boşluğa açılan bir kapıları varsa tarhanaları, domates kavanozlarını buraya koyabilirler. Koca koca tepsilerde salçalar nereye sığacak, boşlukta kavanozlara konabilir.

Demek ki her şey boş değil bu hayatta.

9 Eylül 2020 Çarşamba

KAOTİK DİNGİNLİK





Bazen bazı olaylar, durumlar, insanlar bizi üzer, acıtır, bunlar aynı zamanda öğrenmemizi de sağlar. Ne olursa olsun hayatımız yine de kendi hayatımız. Umutsuzluk, belirsizlik olur ama zaten gelecek her zaman belirsiz değil mi? Yine de şu anda var olduğumuzu biliyoruz, bu belirsiz değil.

Başarılı olmaya da gelmedik bu dünyaya, sadece yaşamaya geldik. Rollerimiz bir de hayallerimiz var. Hayallerimiz çok seçenekli en azından. Hayallerimiz bir alışkanlık haline gelen gerçekleri bozar, yıkar. Hayat bizim yaptığımız şeyler aslında. Gerçekler her zaman hayallerden daha çarpıcı. Ama hayaller de bizi gündelik yaşamın hızından, kaosundan koruyor.

Elimizden geldiği kadar geçen günlerin sıkıntı, duygu, üzüntülerini unutmalı. Pişmanlık ve nostalji çok faydalı, geçerli duygular değil. Yenileri koymalı hep önümüze. Yeni ilgi alanları gibi. Hayat devam ediyor her durumda. Gözümüzün önünden geçiyor, gidiyor bir yerlere. Yetişmek ve hayatla senkronize gitmek durumundayız. Yoksa hayatın gerisinde kalırız.

Belki de elimizde sadece hayallerimiz var. Bizi umutsuzluktan kurtarıp, her sabah ağaçları kuşları gördüğümüzde önceki günün olumsuzluklarını silip atan bir güç, hayallerimiz. Aslında hayatımızdaki olumsuzlukları da genellikle olumsuz gören biziz. Olaylar bize olumsuz gelsin diye gerçekleşmiyor, sadece gerçekleşiyor.

Hepimiz yaşamda kendi hayatımız, geçmişimiz açısından bakıyoruz olaylara. Belki de birinin başarısızlık gördüğü durum bizim başarımızdır aslında. Bazen kaos içinde yaşayabiliyoruz. Hayat kaos olsa ruhumuz dingin olabilse belki daha kolay yaşayabiliriz. Dingin ruh ile kaotik hayat dengeleyebilir birbirini.

8 Eylül 2020 Salı

SOKAKTA KAVGA





Bugün her zamanki gibi Migros’a gidip de dönüş yolunda parktan geçerken bir drama tanık oldum.

Bir kadın bir adam, yanlarında genç bir çocuk, 28 yaşındaymış, bir genç kız, 14 yaşındaymış, bir teyze, adamın annesiymiş, bir de bir adam, o da adamın kardeşiymiş, gençler de kadınla adamın çocukları. Kadınla adam evliymiş ve ikisi kavga ediyordu, daha doğrusu kadın bağırıyordu, adama ve diğerlerine.

Otuz yıllık evlilermiş. Adam polismiş, emekli olmuş, kadın da ev hanımı. Normal aile işte, bir sorunları yokmuş. Birlikte bir dükkan açmışlar, hamur işi ürünler yapıp satıyorlarmış. Her şey normal, yolunda iken, kadın bir iki yıl önce, aniden kocasını çok kıskanmaya başlamış. Dükkana gelen kızlardan kıskanıyormuş ama ne kıskanma! Sen, geceleri bu kızları eve getiriyorsun diyormuş, biz uyuduktan sonra, beni aldatıyorsun diyormuş.

Kadın menopoza girip çıkmış, belki de yaş yüzünden, kocasının kızlarla olduğunu düşünüyor veya hayal ediyormuş, bu kıskanma konusunu iyice abartmış. Kocası ise hep eşiyle berabermiş, gece gündüz. Hep bağırmaya başlamış adama. Birlikte doktora gitmişler, psikologa yani, gittikleri üçüncü doktor, kadına şizofren teşhisi koymuş. Ama kadın bu son yıllara dek gayet normalmiş. Doktor ilaç verince kadın kullanmamış. Kocasına demiş ki, kullanırsam sen beni daha rahat aldatırsın. Adamın aldattığı filan da yokmuş zaten.

Çocuklar da annelerinin durumunu anlıyormuş. Kadın, konu kocası değilken çok normalmiş, kocası oldu mu kadın başka biri oluyormuş. Sonra kadın polise gitmiş, kocası için uzaklaştırma kararı almak için. Almış. Adam da annesinin evinde kalıyormuş, çok da rahat etmiş. Kadın ise sürekli adama veya annesine telefon edip, kocasının bu kez annesinin evine kızları getirdiğini söylüyormuş. Yani kararı alan kadın ama durmadan arayan yine kadın.

Adamın evde silahı varmış, eski polis olduğu için, neyse götürüp teslim etmiş karakola, karısı kendine veya başkasına bir şey yapmasın diye.  Şimdi adam boşanmak istiyormuş, kadın da olmaz diyormuş. Kadın hasta olduğu için çocukları belki adam alır diyorlardı.

Ben de düşünüyordum o arada, yani bu kadını tedaviye nasıl ikna etmeli ki? Ya kendine veya kızına bir şey yaparsa?