Kardeşimle
küçükken biz, aile akraba toplantıları hoş olurdu. Monopoly, tombala oynardık
küçükler. Büyükler de sohbet ve televizyon.
Bir de
eğlence, göbek atma vardı. Dedem, başına tas geçirirdi, beline patlıcan kabak
bağlardı, göbek atardı. Daha sonra pijama giyer, bir bacağında pijamayı
yukarıya doğru sıyırır, sarhoş taklidi yapardı. Ben de kardeşimle defile
yapardım. Çarşaflarla, yastık kılıfları, divanların altındaki perdeler, tüller,
el işleri, çeyizlerle.
Küçükken
gördüğüm rüyaları da unutmam zaten aynı rüyaları hep görürüm. Kum tepesine
tırmandım zorlukla, tepeye çıktım, bir baktım, tepeliğin öbür tarafında
merdivenler varmış, ordan indim aşağı. Otoyolda araba sürüyorum, direksiyon
birden bir sopa oluyor. Gemiden birden suya düşüyorum gibi rüyalar.
Uyanınca
insan rahatlıyor. Bu rahatlama hissi şeye benziyor. Tencerenin suyla
rahatlamasına. Yemek pişirirken, yağ soğan biber domates filan koyarsın, bunlar
pişer. Tencere kurur sanki. Bir süre sonra sıcak suyu dökünce tencere birden
rahatlar, sanki oh der. Yazın terleyince
soğuk duş almak gibi.
Bir rüyamda
Gülben Ergen ile şezlonga uzanmıştık. Havuz kenarında. Bir şeyler içiyoruz,
dondurma yiyoruz, şarkı söylüyoruz, ona eşlik ediyorum, klip çekeceğiz de,
şarkıyı unuttum şimdi.
Köpeğimiz
Gork, küsmüştü bana, tüylerini düzeltip traş edip taradığımda, sıkılmıştı,
azıcık canı acımıştı, çünkü bahçede her yerine diken dolaşmış, sokak köpeği
gibi olmuştu dikenli dikenli. Sabah gelip kafama atlayıp ben uyurken ağlamıştı,
dikenler canını acıtmış.Kurtar diyordu, kurtarınca da küsmüştü.
İncir çok
sevsem de yerken hep korkarım. İçinde bir canlı varsa diye. Küçükken dağdan
toplardık, bahçelerden, onlarda çıkıyordu. Elma kurdu gibi bir şeyler.