Yolda
giderken bir köprünün üzerinden geçtik. Hani var ya Mostar köprüsü, ona
benzeyen bir köprü.
Gece yarısı
dönüyorduk. Aklıma annemin çocukken anlattığı masallardan biri geldi yolda o
köprüyü görünce.
Uyurken beş
masal anlatırdı. Maksimum beşti ama okumasını istemezdim, annem anlatıcaktı
illa ki. Her seferinde farklı kelimeler katarak aynı hikayeleri anlatması
hoşuma giderdi. Bir de tarih, mitoloji benzeri şeyleri severdim.
Bir
keresinde eski bir kitaptan okuduğu bir masal anlattı. Bir köprünün hikayesi.
Rozafa köprüsü.
Üç kardeş
inşa etmeye çalışıyor ve her seferinde köprü çöküyormuş. Sonra bir evliya gibi
bir şey belirmiş, oğlanlara, bu köprü insan kanı istiyor demiş. Öyle çökmez
demiş.
Yarın kimin
eşi gelip yemek getirirse onun üzerine köprüyü kuracaksınız. Ama
anlatmıycaksınız eşlerinize bunu.
İki kardeş
anlatıyor. En küçüğü daha saf. Anlatmıyor. Sabahında, en küçüğünün eşi gidiyor.
Onun ölmesine karar veriyorlar. Kadının tek şartı oluyor. Yeni doğan çocuğunu
son ana kadar okşayabilmek istiyor ve son ana kadar bir elini açıkta
bırakıyorlar.
Köprüye
kadının ismini veriyorlar. Rozafa köprüsü diye.