29 Eylül 2022 Perşembe
KELİME OYUNU 96
Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta 5 kelime veriyoruz, bu 5 kelimenin de içinde olduğu öykü şiir deneme benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes 5 kelime verebilir veya herkes katılıp yazabilir.
Haftanın kelimeleri: Yangın/Tütsü/Işık/Döşeme/Dudak/
VAİNA 15
"Bir yangın çıkmış olmalı..." diye düşündü. Ama bu konuda bir şey yapmak gerekli mi ondan emin değildi. Kolunu bile kıpırdatamıyordu. Gözlerini açmak bile çok zordu. Hatta düşünmek bile o kadar zordu ki arada bir düşündüğü şeyi unutup baştan alıyordu. Tekrar "Bir yangın çıkmış olmalı..." diye düşündü. Şu an en doğru çalışan duyusu koku duyusuydu ve keskin bir is kokusu burnuna dolmuş durumdaydı. Bir an için öksüreceğini sandı. Ama bunun için bile bedenini yönetemiyordu. Sonra bu is kokusunun içine karışmış başka kokular olduğunu algıladı. Bu bir yangın kokusundan çok bir yas töreninde yakılan büyük ateşten yayılan rayihayı andırıyordu. Yas tutma töreninde meydanda üç gün sönmeyen bir ateş yakılır ve herkes o ateşe çeşitli otlar ve baharatlar atarak çıkan koku ve duman sayesinde kötücül ve şerli şeyleri uzaklaştırmaya yardım ederdi. Biraz kekik biraz leylak ve adını hatırlayamadığı ama ağır kokulu başka birçok bitki birbirine karışmış yoğun kokularıyla bulunduğu alandaki bütün havayı nefes alması zor hale getirecek kadar uzun süredir yanıyor olmalıydı. Bunun bir yas ateşinden kaynaklanmadığını söylemek mümkündü. Onun yerine bir çeşit tütsü banyosunda öylece unutulmuş olduğunu düşündü. Böyle giderse dumandan zehirleneceğini düşündü.
Gözlerini açmayı başardığında içerinin loşluğuna rağmen ışık o kadar parlak gelmişti ki buna alışması epey zor oldu. Görüşü netleşip etrafındaki nesnelerin şekilleri belirginleşince ahşap döşeme üzerine serilmiş bir yer yatağında olduğunu gördü. Etrafta pek bir eşya yoktu ama biraz ötede bütün o kokunun kaynağı olan tütsü tabağından hala yayılan dumanları ve közleşmiş bitki kalıntılarını fark etti. İnce otların yanında birkaç ağaç kabuğu da tutuşturulmuş gibiydi. Hala yandığına göre onu sürekli tazeleyen biri olmalıydı. Ama etrafta kimse yoktu. Tavandan ve duvarlardan mümkün olan her yerden baharat torbaları ve kurutulmuş bitkiler sarkıyordu. Gözleri ışığa alışınca içerinin aslında nispeten karanlık sayılabileceğini fark etti. Odada bulunan tek pencerenin iki kanadı da dışarıya doğru açıktı. Güneşin batmak üzere olduğu anlaşılıyordu. Dışarıdan arada sırada koşuşturan çocukların ve yakınlarda bir kümes olduğunu belli eden tavukların sesleri geliyordu. Bazen uzak bir köşeden bir demircinin örsle demire düzenli bir ritimle vuruşu duyuluyor sonra bir sessizlik oluyordu. Bu sesleri dinlerken birkaç kez yeniden uykuya dalıp uyanmıştı. Ama ne zaman kendine gelse yine etrafta kimse olmuyordu.
Birkaç gün böyle geçerken birilerini görebildiği tek zaman ateşler içinde kıvrandığı için buz gibi sulara batırılmış havlulara sarmalandığı ve titremekten konuşamadığı anlardı. Fakat bu kötü anlar ve sakin uyanışlarının hangi sırayla ve ne aralıklarla olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Neyse ki gün geçtikçe bilinci toparlanmaya ve uyanık kalma süresi artmaya başlamış ve çok fazla ateşi çıkmaz olmuştu. Artık gittikçe daha iyi hissediyordu. Uyanışlarından birinde sonunda acı içinde titremediği bir sırada odada birini bulabilmişti. Odanın ortasında serdiği bir örtünün üzerine çeşitli bitkileri yaymış olan yaşlı bir kadın bir öğütme taşına elindeki başka bir taşla vurup bitkileri eziyor ve krem haline getiriyordu. Birkaç kez ona seslenmeyi denedi. Dudaklarını kıpırdatmak epey zor olsa ve nefesini kelimelere dönüştürmek uzun sürse de sonunda "neredeyim?" diye sormayı başardı.
27 Eylül 2022 Salı
MİTOLOJİ VE BİLİMKURGU
Edebiyat, sinema, müzik her zaman mitolojiden faydalanıyor. Mitoloji, mitler, mitoslar sanatın ilgisini hep çekiyor.
Mitoloji bir anlamda masallar, efsaneler. Bir zamanlar teknoloji yokken insanlar doğa olaylarına, göğe bakmışlar ve mitleri yaratmışlar.
Günümüzde ise teknoloji, bilim gelişti, internet var. Eskisi gibi mitler bulmak zor. İnsanlar eski çağlarda çeşitli nedenlerle efsaneler bulurken birçok da yaratıklar düşünmüşler. Tek boynuzlu at gibi, üç gözlü hayvanlar gibi. Uçan veya korkutan hayvanlar. Düşlerde görülebilecek türden.
Günümüzde ise bilimkurgunun yaratıkları biraz mitolojiye benzetilebilir. Uzaydan gelen yaratıklar gibi, yeşil uzaylılar hatta robotlar bile.
Yeni mitoloji olarak bilimkurgu düşünülebilir. Ancak bilimkurgu mitoloji sayılmaz. Robotlar bir teknoloji kurgusu olduğu için bilimkurgu olur, çünkü var olmaları gerçekten mümkündür.
Mitoloji tanrısal varlıklar veya yaratıklar, ruhlar sayılırlar. Mitoloji çoğunlukla bir yaratılış hikayesi, bir kahramanlık öyküsü aktarıyor. Ve bir öykünün mitoloji olması için öncelikle bu hikayeyi gerçek olarak kabul eden bir toplumun olması gerek.
Hayaletlerin ve ailenlerin, yaratıkların gerçek olduğuna inanan ve ona göre yaşamını düzenleyenler varsa o hikaye mitoloji olabilir.
İnsanlar zamanında Yunan tanrılarını gerçek kabul etmişler, bu yüzden onlar mitoloji. Ama kimse alienin, yaratıkların, zombilerin, hayaletlerin, dünya dışı varlıkların gerçek olduğunu düşünmez ama hayal eder. Bu nedenle bilimkurgu, mitoloji olmuyor.
/(Not: Sevgili Özlem Ekici-Levlanın Not Defteri arkadaşımız podcast yayınına başlamış. İlk yayında mitoloji ve edebiyat konusunu işlemiş. Podcast'te bir diğer sevgili blog arkadaşımız Emre Bozkuş da sohbet ediyor Özlem ile. Bu yazıyı podcast i dinleyince ardından düşünerek yazdım)
24 Eylül 2022 Cumartesi
KİTAPLAR DERGİLER 2
GECE YARISI KÜTÜPHANESİ
Matt Haig
Domingo Yayınları, 282 sayfa
Nora Seed, hayatta hiçbir istediği olmayan bir genç kadın. Spor, bilim, aile, aşk, evlilik gibi hayati konularda kendini başarısız buluyor. Hayatının değersiz olduğunu düşünüp bu dünyadan ayrılmaya karar veriyor. Tam ölürken bir gece kütüphanesine geçiyor. Kütüphanede kendi yaşamından kesitleri anlatan kitaplar bulunmakta. Verdiği kararlar, pişmanlıklar, hepsi kitaplar halinde. Seçenek çok olduğu için kitap da çok. Kütüphane memuru ise eski öğretmeni. Ona iyi davranan tek kişi. Nora’ya kitapları açtırıp onu hayatının çeşitli anlarına gönderiyor. Nora bütün özlemlerini, kararlarını tekrar yaşıyor.
Güzel konu, güzel bir dil ve anlatım, dram, mizah her şey var kitapta. Zeki bir kurgu. İyi edebiyat. Okunması keyifli. Not:3/4
Alex Michaelides
Domingo Yayınları, 309 sayfa
Heyecanlı, sürükleyici, merak ettiren, bol kavisli, sürprizli bir psikolojik gerilim. John Katzenbach, Wulf Dorn, John Verdon tarzı katil kim romanlarından.
Genç bir kadın ressam, Alicia, kocası fotoğrafçı Gabriel’i öldürmekten tutuklanır. Gabriel sandalyeye bağlanmış, ölü olarak ve Alicia da yanında silahla ve kanlar içinde bulunmuştur. Alicia, tutuklanır ancak hiç konuşmaz, susar ve bir daha ağzından tek kelime çıkmaz. Aradan 6 yıl geçer ve bir psikoterapist, Theo, Alicia’nın kaldığı hastaneye gelip ona yardım etmeye, konuşturmaya çalışır.
Bir solukta okunan romanlardan. Not:3/4
22 Eylül 2022 Perşembe
KELİME OYUNU 95
Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta beş kelime veriyoruz ve bu beş kelimenin de içinde olduğu bir öykü, şiir, deneme benzeri yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes beş kelime verebilir.
Haftanın kelimeleri: Beyaz/Nefes/Ayak/Şans/Tokat
VAİNA 14
Ingrid çevresinde parçalanıp yok olan her şeyi yutmaya devam eden uçsuz bucaksız boşluğun aksine sesi sanki dar bir tünelden yankılanıyormuş gibi gelen adımlarının gürültüsü ve koşmaktan kesilmeye başlayan nefesiyle kaçabildiği en son noktaya kadar durmadan koşmuştu. Şimdi bir tepenin ortasında çıplak bir kayanın üzerindeydi ve etrafta bu tepeden başka hiçbir şey kalmamıştı. Beyaz boşluk bu tepeyi de yavaş yavaş bir fare gibi kemirip parçalıyor ve yok ediyordu.
Ingrid, Lua'nın zihninin bu kadar hızlı çökmesini beklememişti. Henüz ona sesini duyuramadan ve bir şans elde edemeden son noktaya bu kadar hızlı geleceğini düşünmemişti. Çevresindeki yok oluşu izlerken histeri krizi geçirip ağlıyor ve nefesini hala kontrol edemiyordu. Lua'ya seslenmeye çalışırken kendini o küçük verai yavrusunun uçurumdan atıldığı günkü kadar çaresiz hissediyordu. Üzerinde durduğu tepe bembeyaz bir okyanusta yüzen ve gittikçe küçülen bir ada gibiydi ama gittikçe büyüyen bu boşluk bir uçurumdan farksızdı. Zamanı azaldıkça ve sinirleri gerildikçe bedeninin cehennem ateşinde gibi kavrulduğunu hissediyordu. Nefes almak gittikçe zorlaşıyor gibiydi.
Ada epey küçüldüğünde adım atacak fazla bir yer de kalmadığında bir an için ağlamayı kesti. Bir anlığına her şeyin sonunun geldiğini kabul etmişti. İçinde hiçbir duygu kalmamış gibiydi. Hatta öyle ki iki ayak üzerinde bile zor yer bulabildiği bu taş parçasının yavaş yavaş yok olmasını beklemek yerine ileri bir adım atıp sonsuzluğa düşmenin daha iyi olabileceğini bile düşündü. Sonra zihninde yeniden o hayatta kalma alarmları çalmaya başladı ve az önceki sakinliği kısa sürdü. Kulakları sağır eden bir çığlıkla beraber teninin parçalandığını hissetti. Bu sırada ayaklarının altındaki son yer yitip gitmiş ve düşmeye başlamıştı.
Nereye doğru düştüğü hakkında en ufak bir fikri yoktu ama boşlukta acı içinde savrulurken etrafında mavi alevlerin yandığını gördü. Demek hissettiği gibi gerçekten de alev almıştı. Artık çığlıkları sinir krizinden değil mavi alevlerin yarattığı acıdan kaynaklanıyordu. Böyle savrulup düşerken biraz ötede Lua'nın da bilinçsiz şekilde boşlukta savrulduğunu gördü. Bir uçaktan paraşütsüz atlamış gibiydiler. Onun buraya nasıl geldiğini anlayamadı ama burada zaten hiçbir şey mantıklı değildi. Havada süzülerek ona ulaşmaya çalıştı. Belki uyanmasını sağlayabilirse hala bir şansı olabilirdi. Bundan hiç de emin olmasa da denemeye değerdi.
Mavi alevler saçarak boşlukta süzüldü ve onu bileğinden yakaladı. Savrulup durmalarını engellemek için kendine doğru çekerek yakasından tuttu ve seslenmeye devam etti. Ondan hala bir cevap alamıyordu. Sonunda onu bulmuş olmanın bile işe yaramayacağına karar verdi. Her şeyin sonu gelmişti. Yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Lua'ya sarılıp her şeyin bitmesini bekledi. Birkaç saniye öylece ağlamaya devam ederken garip bir inilti duydu. Aniden geriye çekilip baktığında Lua'nın acıyla kıvrılan dudağını ve aralanmış gözlerini görünce buna inanamadı. Lua kendine gelmeye çalışırken bir şey söyledi ama sesi tam anlaşılmıyordu. Daha iyi duyabilmek için ona yaklaştı. "Neden bu kadar endişelisin?" Ingrid sonunda ne dediğini duyabildiğinde tekrar geri çekildi ve bir anda Lua'ya bir tokat indirdi.
Lua hem alevlerin hem de tokadın acısıyla zihni biraz daha açılmış olmalı ki şaşkın bir bebek gibi etrafına bakınırken "Bana neden vurdun şimdi?" diye bağırdı. Ingrid "Senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Beyninle beraber ben de ölüyorum ve az önce bilinçsiz bir koala gibi yok oluşundan habersiz şekilde uyuyor olman karşısında çaresizlikten aklımı kaçırıyordum.. bir de neden endişeli olduğumu mu soruyorsun?" diye konuşup azarlamaya devam ederken Lua gülümsedi. Sonra susmasını beklemeden bir anda uzanıp onu öptü. İşte bu dramatik ve romantik bir son olabilirdi. Sonsuz bir bilinçaltı boşluğunda yitip gitmelerinden önce bir veda busesi.
Ingrid sonunda kafayı yedik diye düşünürken etraflarını saran sıcak mavi alevlerin rengi kırmızıya dönüştü. Ardından aslında büyü gücünün dışarı taşmasından kaynaklanan alevler ait oldukları yere dönüp dengeye kavuşurken kanatları yeniden ortaya çıktı. Bu sefer bir su kadar şeffaf olan kanatları içinde ışığın her rengini yansıtan minik kristal zerreciklere sahipti. Şaşkınlıktan söyleyecek bir şey bulamıyordu. Lua'ya sıkıca sarılıp kanatlarını kullanmaya başladı ve artık düşmelerine engel oldu. Sonra da tam tersi yöne doğru kanat çırptı.
Lua artık bilinçaltı hapsinden kurtulduğu için zihni hızlıca iyileşmeye başlamış olmalıydı. Çünkü bir süre yükseldikten sonra uzakta yemyeşil bir ada olduğunu gördüler. Oraya ulaştıklarında sonunda bir yere basabiliyor olmak güzeldi. İkisi de öpücüğün ardından tek kelime konuşamamıştı. Ama şimdi minik adanın ortasında duran taş bir platform sayesinde bir şeylere odaklanabilirlerdi.
Taş platform birkaç basamak yüksekliğe sahip dairesel bir yapıydı. İki tarafında duran iki ağacın dalları ve gövdeleri bir örgü gibi yükselmiş ve tepede kavuşup yukarıya doğru tek bir ağaç gibi yükselerek ilginç bir kubbe yaratmıştı. Bir çeşit büyülü bir kapıya benziyordu. Ada fazla büyük değildi ama akan bir su kaynağını ilerideki bir şelaleden alıyordu ve etrafta hoş kokulu bitkiler ve alanı çevreleyen ağaçlar vardı. Herhalde bilinçaltı dünyası yavaşça buranın etrafında büyüyüp gelişmeye devam edecekti. Fakat buranın asıl önemi bu platformdan kaynaklanıyordu. İkisi de dışarıya buradan çıkabileceklerini anlamıştı.
Ingrid ona platforma çıkıp beklemesini ve odaklanmasını söyledi. Lua onun da gelmesi gerektiğini söylese de bu imkansızdı. Bedeni olmadan buradan çıkarsa Ingrid için iyi olmazdı. Lua şimdilik tek başına gitmek zorundaydı. En azından Ingrid buradan uzaklaşmadığı sürece arada sırada bir şekilde sesini ona duyurabileceğini düşünüyordu. Böylece Lua platforma çıktı ve odaklanırken zihnini serbest bıraktı. Son anda gitmeden önce en azından bir öpücük daha almalıydım diye düşünse de geç kalmıştı. Etrafını saran hava platformun çevresinde bir koza gibi ayrı bir alan oluşturmuştu. Çok hızlı şekilde bu bilinçaltı dünyasında uykuya dalarken gerçek dünyaya gözlerini açtı.
Ingrid çevresinde parçalanıp yok olan her şeyi yutmaya devam eden uçsuz bucaksız boşluğun aksine sesi sanki dar bir tünelden yankılanıyormuş gibi gelen adımlarının gürültüsü ve koşmaktan kesilmeye başlayan nefesiyle kaçabildiği en son noktaya kadar durmadan koşmuştu. Şimdi bir tepenin ortasında çıplak bir kayanın üzerindeydi ve etrafta bu tepeden başka hiçbir şey kalmamıştı. Beyaz boşluk bu tepeyi de yavaş yavaş bir fare gibi kemirip parçalıyor ve yok ediyordu.
Ingrid, Lua'nın zihninin bu kadar hızlı çökmesini beklememişti. Henüz ona sesini duyuramadan ve bir şans elde edemeden son noktaya bu kadar hızlı geleceğini düşünmemişti. Çevresindeki yok oluşu izlerken histeri krizi geçirip ağlıyor ve nefesini hala kontrol edemiyordu. Lua'ya seslenmeye çalışırken kendini o küçük verai yavrusunun uçurumdan atıldığı günkü kadar çaresiz hissediyordu. Üzerinde durduğu tepe bembeyaz bir okyanusta yüzen ve gittikçe küçülen bir ada gibiydi ama gittikçe büyüyen bu boşluk bir uçurumdan farksızdı. Zamanı azaldıkça ve sinirleri gerildikçe bedeninin cehennem ateşinde gibi kavrulduğunu hissediyordu. Nefes almak gittikçe zorlaşıyor gibiydi.
Ada epey küçüldüğünde adım atacak fazla bir yer de kalmadığında bir an için ağlamayı kesti. Bir anlığına her şeyin sonunun geldiğini kabul etmişti. İçinde hiçbir duygu kalmamış gibiydi. Hatta öyle ki iki ayak üzerinde bile zor yer bulabildiği bu taş parçasının yavaş yavaş yok olmasını beklemek yerine ileri bir adım atıp sonsuzluğa düşmenin daha iyi olabileceğini bile düşündü. Sonra zihninde yeniden o hayatta kalma alarmları çalmaya başladı ve az önceki sakinliği kısa sürdü. Kulakları sağır eden bir çığlıkla beraber teninin parçalandığını hissetti. Bu sırada ayaklarının altındaki son yer yitip gitmiş ve düşmeye başlamıştı.
Nereye doğru düştüğü hakkında en ufak bir fikri yoktu ama boşlukta acı içinde savrulurken etrafında mavi alevlerin yandığını gördü. Demek hissettiği gibi gerçekten de alev almıştı. Artık çığlıkları sinir krizinden değil mavi alevlerin yarattığı acıdan kaynaklanıyordu. Böyle savrulup düşerken biraz ötede Lua'nın da bilinçsiz şekilde boşlukta savrulduğunu gördü. Bir uçaktan paraşütsüz atlamış gibiydiler. Onun buraya nasıl geldiğini anlayamadı ama burada zaten hiçbir şey mantıklı değildi. Havada süzülerek ona ulaşmaya çalıştı. Belki uyanmasını sağlayabilirse hala bir şansı olabilirdi. Bundan hiç de emin olmasa da denemeye değerdi.
Mavi alevler saçarak boşlukta süzüldü ve onu bileğinden yakaladı. Savrulup durmalarını engellemek için kendine doğru çekerek yakasından tuttu ve seslenmeye devam etti. Ondan hala bir cevap alamıyordu. Sonunda onu bulmuş olmanın bile işe yaramayacağına karar verdi. Her şeyin sonu gelmişti. Yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Lua'ya sarılıp her şeyin bitmesini bekledi. Birkaç saniye öylece ağlamaya devam ederken garip bir inilti duydu. Aniden geriye çekilip baktığında Lua'nın acıyla kıvrılan dudağını ve aralanmış gözlerini görünce buna inanamadı. Lua kendine gelmeye çalışırken bir şey söyledi ama sesi tam anlaşılmıyordu. Daha iyi duyabilmek için ona yaklaştı. "Neden bu kadar endişelisin?" Ingrid sonunda ne dediğini duyabildiğinde tekrar geri çekildi ve bir anda Lua'ya bir tokat indirdi.
Lua hem alevlerin hem de tokadın acısıyla zihni biraz daha açılmış olmalı ki şaşkın bir bebek gibi etrafına bakınırken "Bana neden vurdun şimdi?" diye bağırdı. Ingrid "Senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Beyninle beraber ben de ölüyorum ve az önce bilinçsiz bir koala gibi yok oluşundan habersiz şekilde uyuyor olman karşısında çaresizlikten aklımı kaçırıyordum.. bir de neden endişeli olduğumu mu soruyorsun?" diye konuşup azarlamaya devam ederken Lua gülümsedi. Sonra susmasını beklemeden bir anda uzanıp onu öptü. İşte bu dramatik ve romantik bir son olabilirdi. Sonsuz bir bilinçaltı boşluğunda yitip gitmelerinden önce bir veda busesi.
Ingrid sonunda kafayı yedik diye düşünürken etraflarını saran sıcak mavi alevlerin rengi kırmızıya dönüştü. Ardından aslında büyü gücünün dışarı taşmasından kaynaklanan alevler ait oldukları yere dönüp dengeye kavuşurken kanatları yeniden ortaya çıktı. Bu sefer bir su kadar şeffaf olan kanatları içinde ışığın her rengini yansıtan minik kristal zerreciklere sahipti. Şaşkınlıktan söyleyecek bir şey bulamıyordu. Lua'ya sıkıca sarılıp kanatlarını kullanmaya başladı ve artık düşmelerine engel oldu. Sonra da tam tersi yöne doğru kanat çırptı.
Lua artık bilinçaltı hapsinden kurtulduğu için zihni hızlıca iyileşmeye başlamış olmalıydı. Çünkü bir süre yükseldikten sonra uzakta yemyeşil bir ada olduğunu gördüler. Oraya ulaştıklarında sonunda bir yere basabiliyor olmak güzeldi. İkisi de öpücüğün ardından tek kelime konuşamamıştı. Ama şimdi minik adanın ortasında duran taş bir platform sayesinde bir şeylere odaklanabilirlerdi.
Taş platform birkaç basamak yüksekliğe sahip dairesel bir yapıydı. İki tarafında duran iki ağacın dalları ve gövdeleri bir örgü gibi yükselmiş ve tepede kavuşup yukarıya doğru tek bir ağaç gibi yükselerek ilginç bir kubbe yaratmıştı. Bir çeşit büyülü bir kapıya benziyordu. Ada fazla büyük değildi ama akan bir su kaynağını ilerideki bir şelaleden alıyordu ve etrafta hoş kokulu bitkiler ve alanı çevreleyen ağaçlar vardı. Herhalde bilinçaltı dünyası yavaşça buranın etrafında büyüyüp gelişmeye devam edecekti. Fakat buranın asıl önemi bu platformdan kaynaklanıyordu. İkisi de dışarıya buradan çıkabileceklerini anlamıştı.
Ingrid ona platforma çıkıp beklemesini ve odaklanmasını söyledi. Lua onun da gelmesi gerektiğini söylese de bu imkansızdı. Bedeni olmadan buradan çıkarsa Ingrid için iyi olmazdı. Lua şimdilik tek başına gitmek zorundaydı. En azından Ingrid buradan uzaklaşmadığı sürece arada sırada bir şekilde sesini ona duyurabileceğini düşünüyordu. Böylece Lua platforma çıktı ve odaklanırken zihnini serbest bıraktı. Son anda gitmeden önce en azından bir öpücük daha almalıydım diye düşünse de geç kalmıştı. Etrafını saran hava platformun çevresinde bir koza gibi ayrı bir alan oluşturmuştu. Çok hızlı şekilde bu bilinçaltı dünyasında uykuya dalarken gerçek dünyaya gözlerini açtı.
20 Eylül 2022 Salı
KUŞ
Bir kuş olduğumu hayal ederim ağaçlara bakınca. Kuş olurum ve arka bahçedeki ağacın dalına konarım.
Ağacın dalında bir karga ailesi var. Anne ve bebek yuvada duruyor. Erkek olan sanırım, yuvada durmuyor, ağacın dallarında ötüyor ve arada yemek bulup getiriyor. Mutlu gözüküyorlar. O ağaçta yaşadığımı hayal ediyorum. En azından özgürler, betonun içinde değiller.
Belki de başka bir yaşamda kuştum. Küçükken kuş olmak istediğimi hatırlıyorum. Sonra nedense vazgeçmiş olmalıyım, çünkü bir kuş olmadım. Onu da bir denemek lazımmış. Belki de daha mutlu olurdum kuş olup öyle devam etseydim hayata.
Kuş deyince mavilik insanın aklına geliyor. Özgürlük de.
Aslında hayaller de bir kuş olmalı. Uçup gidiyorlar. Kuşlar uçup kaçar ya hayaller de öyle değil mi? Gerçekleşmezler. Gerçekleşseler zaten kuş olmazlardı. Hayaller gerçekleşse şiirler de olmazdı. Kuşları insanlar vurup yiyorlar. Yani hayallerimizi de umutlarımızı da insanlar yiyor. Şiirleri de.
Duruma göre, insana göre, hayata göre, sevmek de bir kuş olabiliyor, uçup kaçıyor. Gülmek de. Çocukluk da kuş olabiliyor.
Yağmur yağıyor ve bütün kuşlar bir yerlere saklanıyor. Belki kuşlar da ağaçta iken çocukturlar ama yağmur yağınca, sonbahar gelince, yaprak dökünce ağaçlar, kuşlar da büyüyorlardır.
15 Eylül 2022 Perşembe
KELİME OYUNU 94
Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta 5 kelime veriyoruz. Bu 5 kelimenin de içinde olduğu öykü şiir deneme benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes 5 kelime de verebilir.
Haftanın kelimeleri: Kelebek/Hilal/Küre/Çatlak/Ova
VAİNA 13
Ingrid geçmişin anıları ve içinde bulunduğu karmaşık ve ürkütücü durum karşısında gözyaşlarını tutamamış ve ne kadar geçtiğinden emin olamadığı bir süre boyunca ağlamıştı. Onu kendine getiren ve ağlamayı kesmesini sağlayan şey kollarında tuttuğu Lua'nın bedeninin garip bir şekilde yok olmaya başlaması oldu. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Lua parmak uçlarından gövdesine ve en sonunda başına doğru yavaşça küçücük ve mavi ışıklar saçan kelebeklere ve yine mavi beyaz ışıltılı minik yıldızlara dönüşerek havaya karışıyordu. Ingrid başta bu uçuşan sihirli kelebek ve yıldızları tutup yakalamaya ve saçılmalarını durdurmaya çalışsa da bunu engelleyemeyeceği ortadaydı. Lua'nın açık kalmış ve boş bakan gözlerine bakıp eliyle yanağını okşarken ona veda etti. Bu minik yıldızlar ve kelebekler gittikçe yükselerek en sonunda gerçek birer yıldız gibi karanlık gökyüzünde yerlerini aldı. Ingrid bomboş kalmış kollarına ve titreyen ellerine bakarken düşünceleri çok hızlı ve karman çorman olmuştu.
Artık Lua yoktu. Ve sonsuza kadar da buraya hapis kalmıştı... "Dur bir dakika..." diye düşündü. "Lua tamamen yok olmuş olsaydı bu bilinçaltı dünyası nasıl ayakta kalabilirdi?" Aslında bütün bu yer ve gördüğü her şey Lua'nın kendisiydi. Onu tekrar ortaya çıkartmanın, geri getirmenin mutlaka bir yolu olmalıydı. Elbette derinlerde kaybolduğu süre uzarsa Lua'nın zihni tamamen çökebilir ve gerçekten de yok olabilirdi ama şu an için sessiz bir uykudan başka bir şey değildi bu. Ingrid hızla ayağa kalkıp etrafına bakındı. Hala belli bir mesafeden sonrası zifiri karanlıktı ama alnında parlayan hilal çevresini aydınlatıyordu. Az önce yerlerine yerleşen yıldızlar da küçük birer umut ışığı gibiydi. Ayaklarının altında tazecik yeşil çimenler var olmayan bir esintiye kapılmış gibi durgun havada yine de sallanıyordu. "İşte burada ve her yerdesin..." diye mırıldandı. "Eğer ruhum buraya hapsolduysa mutlaka güçlerim de benimle gelmiş olmalı.." Ingrid buradayken hiçbir gücünü kullanamamıştı fakat belki de sebebi yaşadığı travmaya bağlı olarak güvenini kaybetmesi olabilirdi. Bir şekilde güçlerine yeniden ulaşabilmeliydi. Bu yeni düşüncelerle heyecanlanmış ve yüzüne yeniden renk gelmişti. Sorun şu ki ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Önce etrafta Lua'nın adını bağırarak dolaşmaya başladı. Sesini ona ulaştırabilirse dikkatini çekebilirse bir işe yarayacağını umuyordu. Böyle bir süre deli gibi bağırıp dolaşırken arada bir koşuyor sonra yorulup yavaşlıyordu. Bu arada sürekli kanatlarını yeniden oluşturmayı veya etrafa elektrik yüklü küreler fırlatmayı deniyor ama bir adım ilerleyemiyordu.
En sonunda öfkelenip etrafta bulduğu kayaları tekmelemeye ve çimenleri kopartıp sinirini bunlardan çıkartmaya başladı. Sonra bir sarsıntı hissetti ve dengesini kaybedip yumuşak bir şekilde düşüp yerde öylece oturup kaldı. Etrafına bakınırken gökyüzünde kocaman bir parça çatlak oluştuğunu ve ardında bembeyaz bir boşluğun olduğunu gördü. Bu garipti. Çok geçmeden gökyüzü bir yumurta kabuğu gibi parça parça döküldü ve beyazlık her yeri kaplarken içinde bulunduğu dünya aydınlandı. Sonunda bir şeyleri net şekilde görebiliyor olmak iyiydi ama içinde yine de kötü bir his vardı. Dümdüz ilerleyen çimenlik ova ötelerde sisle kaplanıyordu. Ayağa kalkıp bir kayanın üzerine çıktı ve daha ileride neler görebileceğine baktı. Bu sırada yer titremeye başlamıştı. En sonunda çok uzaklarda insanı ürküten bir hareketlilik gözüne çarptı. Daha dikkatli bakınca bilinçaltı dünyasının parçalanmaya başladığını anladı. Her şey yerinden sökülüp boşluğa savruluyordu. Üzerinde yürüdüğü yer bile. Parçalanma hızlı şekilde ilerliyordu. Bu nedenle tam tersine doğru koşmaya başladı.
13 Eylül 2022 Salı
AĞAÇ
Hava serinliyor, ağaçlar budanıyor, yapraklar sararıyor. Ağaçların yaprakları dökülünce utanacak ağaçlar ve yüzleri kızaracak. Biz işlerimize, okullarımıza, alışverişe giderken yanlarından hızla geçeceğiz, farkında bile olmadan ama ağaçlar bizi fark edecekler, onlara bakmadığımızı da fark edecekler.
Ağaçları, kuşları, havayı ancak şiirlere konu olunca fark edeceğiz. Bir orman gibi olunca, hayat kısa olunca, hava kurşun gibi ağır olunca onların ayrımına varacağız. Ağaçlara bakarsak, kuşlara, havaya, hayaller kurabiliriz. Onların ruhunu hissedersek hayaller kurabiliriz. Onlarla ilişkimiz iyi olursa, onlarla konuşabilirsek belki hayatla ve insanlarla da iyi oluruz.
Hava kararınca günün çirkinliklerini örter, caddelerde sokaklarda sadece ağaçlar güzel görünür lambaların ışıkları altında. Yazdan sonra sonbahar geldiğinde, yazın tembelliği bittiğinde insan da hayatı sorgulamaya başlıyor, sorular sormaya. İnsan sorusuz yaşayamıyor. Robot değiliz ki sadece temel ihtiyaçlarla yaşayalım, mutlu olalım. Geceleri sorular sorsak da bulduğumuz cevaplar etkisini yitiriyor sabah olunca. Belki soruların cevapların resmini yapsak veya dizelere döksek etkisi devam eder.
İnsan ruhu doyumsuz, obez ruhlar. İnsan hiçbir yere sığamıyor. Bulunduğu yer hep ona göre olmuyor, hiçbir yer ona göre olmuyor. İnsan sığamıyor yerine, hayatına. Veya kendinden büyük hissediyor hayatı, o hayatı biraz azaltıp içine sığdırmalı insan. Hayat sen büyüksün yani ben de büyüklük yapıp seni olduğun gibi kabul etmeliyim, ama sana nasıl sarılacağım hayat, öyle büyüksün ki, diyebiliriz. Ama bazen de hayat insana dar geliyor.
Hayatı bütün yüreğimizle sevmeli. Belki hayat tahmin bile edemez bizdeki yerini. Ama ona bunu söylemek değil hareketlerimizle göstermek gerekir. Hayatın sesi çarpar insanın kulağına. Nasıl da güzel bir his. Bir hayal çizeriz beynimize ve bunu hayata yansıtırız. Günler geçiyor, durup da anı yaşamıyoruz. Ağaçlara dağlara bakıp şarkı söylemiyoruz. Hızımız artıyor, yavaşlayan yok. Usulen yaşıyor gibiyiz. Hayatın bütün dallarına bakmalı.
8 Eylül 2022 Perşembe
DRAM
Büyüklerden dinlediklerimize, romanlara, filmlere, belgesellere bakınca eskiden daha büyük dramlar yaşanıyormuş. Yüz yüzelli yıl önce veya yirminci yüzyılda daha büyük ve toplu çatışmalar, savaşlar olmuş. Günümüzde de dünyanın her yerinde büyük ve toplu dramlar olsa da ülkemizde savaş ve ölümler anlamında veya büyük göçler, mübadele gibi olaylar gerçekleşmiyor, şimdiki yüzyılımızda.
Belki de televizyon, internet nedeniyle birçok olayı film gibi izliyoruz, sanki bu dünyada olmuyor bir çok şey de kurgu gibi. Dramlar gerçekleşse de izleyip geçiyoruz, başımıza gelmedikçe anlamıyoruz. Şimdiki olanaklar eskiden de olsa belki de o dramlar da gerçekleşmezdi. Şimdiki akıllı telefonlarla, akıllı saatlerle artık hiçbir şey gizli değil. Filmlerdeki gibi istihbarata gerek kalmadı. Insta ve face de gerekmiyor. Akıllı telefonlar sayesinde konuşmalarımız bile dinlenebilir. Şimdiki istihbaratçılar herhalde sosyal medya hesabı açmıyordur kendilerine.
Telefonlar, saatler, Apple Watch gibi, her şeyi biliyor, ne yiyorsun, nereye gidiyorsun, kimlerle konuşuyorsun gibi, bu saatlerin bir şunları demediği kaldı, eşin seni aldatıyor, ondan ayrıl veya seni işten atacaklar.
1900 yılı civarında Iphone olsaydı veya bu ukala saatler, belki birçok dram gerçekleşmezdi. Eskiden insanlar acılı günler çok yaşamış, mübadele gibi, zorla gemilere bindirilmişler, gemilerde doğum yapmış hamile kadınlar, yolculuklar uzun olduğu için çocukları açlıktan, hastalıktan ölmüşler, çocuklarını battaniyeye sarıp denize atmışlar. O kadınlar daha sonra hiç balık yememişler.
Veya ülkemizde yine o dönemlerde çeşitli zorluklar, savaşlar olmuş, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Trablusgarp savaşı gibi, Ermeni sorunu gibi. Doğu sınırlarımızda insanlarımız zulüm görmüş, Anadoluya batıya kaçmışlar. Kadınlar çocuklar kaçarmış, erkekler kalır savaşırmış. Yaşlılar, hamileler kaçamıyormuş. İnsanlar büyüklerini, kardeşlerini kaybetmişler. Aç aç kaçmışlar yollarda. Taşları, ayakkabıları kaynatıp yerlermiş, gerçek deriden ayakkabıları. Atların bastığı yerde çıkan suyu içerlermiş. Daha sonra bazı insanlar dönmüş topraklarına.
Daha sonra ise insanlar Atatürk’ü at üstünde veya törenlerde görmüşler. Anadoluya gelenlerin çocukları ise yıllar sonra Kore savaşına gitmişler, ordan dönememiş çok insan. O zamanlar selfie çekmek, yollarda kaç km gidildiğini hesaplamak, kaçarken GPS ile yol bulmak, olsaymış olaylar nasıl değişirdi acaba? Şimdi örneğin ülkelerin bile birbirinden habersiz bir eylem yapması zor. Biri füze atmaya kalksa telefonlardan anlaşılır ve hatta önlenir.
7 Eylül 2022 Çarşamba
KELİME OYUNU 93
Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta 5 kelime veriyoruz ve bu 5 kelimenin de içinde olduğu öykü şiir deneme benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes 5 kelime de verebilir.
Haftanın kelimeleri: Kanat/Güneş/Kapı/Teyze/Uçurum/
VAİNA 12
Ingrid
Kanatlarını çıkartmayı sonra yeniden saklamayı öğrenmesi çoğu avcı adayı için epey zor olsa da diğer yeteneklerin dengesizliğine ve zayıflığına karşın Ingrid bunu yapmayı on iki yaşında çözmüştü. Kader ağacının altındaki törenle diğer çocuklar gibi geleceğinin belirlenmesi için daha beş yılı vardı ama ruh kanatlarına böylesine erken sahip olabilmesi onun çoktan bir avcı olarak büyümesi gerektiğini ortaya koymuştu.
Güneş ülkesinde bile bazen karanlık düşüncelerin ve kalpsizliğin var olması mümkündü. Kanatlarının güzelliğine bakınca huzurlu ve parlak düşüncelerle bunları çağırmış olduğu düşünülse de gerçekte olanlar başkaydı. Annesi bir şifacıydı fakat yeteneğini kullanmak onun gün geçtikçe hastalanmasına neden olmuştu. Aslında uyguladığı her tedaviden sonra dinlenmeye vakit ayırabilmiş olsaydı sonucu böyle olmayabilirdi. Ingrid beş yaşındayken onu hasta yatağında her gün ziyaret edişini hatırlıyordu. Bir şekilde onun şifa yeteneği kızına geçmişti. Fakat Ingrid onu iyileştirecek yeteneğe henüz sahip değildi. Eğer daha büyük bir yaşta olsaydı bir şeyleri değiştirebilir miydi hep merak ediyordu. Ama artık bunu düşünmenin bir anlamı yoktu. Annesini son ziyaretinde neler olduğunu anlayamadan onu bir anda odadan dışarı atmışlardı. Bir şeylerin yanlış gittiğini hissetmiş olsa da hiç sesini çıkartamamış ve kapının dışında birinin dışarıya çıkıp bir şey söylemesini kıpırdamadan beklemişti.
O günden sonra her şey daha da zor bir hal almıştı. Babası tamamen ordudaki işleri ile ilgilenmeye başlamış ve Ingrid’i teyzesinin evine göndermişti. Onu görmek bir şekilde ona acı veriyordu. Böylelikle altı yaşından itibaren Ingrid bir daha eve dönmemek üzere ayrılmıştı. Teyzesi şefkat dolu olsa da çocukların dünyası bazen vahşi olabiliyordu. Bazı yetişkinlerin ağızlarından çıkan sözler konusunda dikkatsiz olması da işi daha kötü bir hale getiriyordu. Küçük kız için üzüntülerini belirtip durmaları onun için işleri kolaylaştırmak yerine sürekli aynı noktaya dönmesine sebep oluyordu. Ve ah çocuklar..Ingrid ile asla anlaşamıyorlar ve sürekli onunla uğraşıyorlardı.
Ingrid’in teyzesi ve eşi birer verai yetiştiricisiydi. Verailer savaşta oldukça işe yarar binek hayvanlarıydı ve pençeleri ve boynuzları olan oldukça güçlü atlardı. Okuldaki diğer çocuklar teyzesinin Ingrid’i ormanda bulmuş olabileceğini ve belki de bir verai olduğu gibi saçma şeyler söyleyerek alay ederlerdi. Ingrid genelde sessiz kalırdı. Yolunu değiştirirdi. Ağlamak istediğinde okulda kendini tuvalete kilitlerdi. Tek bir arkadaşı bile olmadan uzun yıllar böyle idare etmeye çalışmıştı. Kendini en huzurlu bulabildiği yer çiftlikte verailerin serbestçe dolaştığı ağaçlıklı bölgeydi. Burada dolaşır ve yabani elmalardan yiyerek verailerle konuşur, onların yanında sakinleşirdi.
Bir gün yavrulardan birinin arazi dışına doğru koşturduğunu görmüştü. Başına bir şey gelmeden onu yakalayıp geri getirebilmek için peşinden gitmişti. Arazi dışına çıktığında yavru veraiyi neyin dışarıya yönlendirdiğini fark etmesi uzun sürmemişti. Okuldan tanıdığı birkaç çocuk verai yavrusunu yakalamış ve iplerle bağlayarak sürüklüyordu. Onu dışarıya çekmek için de kedi nanesi kullanmışlardı. Kediler gibi bu hayvanlar için de dayanılmaz derecede çekici bir kokuydu. Ingrid daha önce onlara hiç karşı koymamış olsa da bu duruma karşı sessiz kalamazdı. Büyük bir hızla koşup yavrunun yelesinden tutup sürükleyen çocuğun üzerine atlamış ve saçlarından tutmuştu. Diğerleri şaşkınlık içinde ipleri ellerinden bırakmıştı. Fakat çok sürmeden onlar da Ingrid’in üzerine atılıp onu yakalamıştı.
Yavru verai ve Ingrid i yakındaki uçuruma götürmüşlerdi. Verailer hakkında pek bilgileri yoktu ve efsanelerde yer alan kanatlı bir verai gibi bu yavrunun uçup uçamayacağını merak etmişlerdi. Eğer uçamazsa yazık olacaktı ama Ingrid’in bunu izleyerek işkence çekecek olması da onlara eğlenceli gelmişti. Ingrid ağlayarak aklına gelen her şekilde yalvarmış olsa da onlar gülüp alay etmeye devam ediyordu. En sonunda yavruyu uçurumdan attıklarında Ingrid kalbinin duracağını sanmıştı. Büyük bir güçle kendisini tutan iri çocuğa yumruk atıp onu yere sermişti. İçinde öyle büyük bir öfke ve nefret vardı ki tutuşup alev alacakmış gibi hissetmişti. Uçurumdan yavruyu atan çocuk Ingrid’in arkadaşını yere sermesi karşısında şaşkın bir şekilde öylece kalmıştı. Ingrid ise üzerine doğru koşan diğerlerinin arasından sıyrılıp uçurumun yanında bekleyen çocuğun üzerine koştu. Ne yaptığı hakkında en ufak fikri yoktu ama ona tüm gücüyle vurmak istemişti. Ama ona ulaştığında ve vurduğunda ikisi de dengesini kaybedip kenardan aşağı uçtu. O sırada her şey o kadar hızlı gerçekleşti ki Ingrid o an içinde olanlar hakkında sadece acı öfke ve alev gibi yandığı dışında bir şey hatırlamıyordu.
Aşağıya düşerken bir anda kanatları ortaya çıkmıştı ve ayaklarından tutunan diğer çocukla beraber zar zor yükselip kurtulmayı başarmıştı. O günden sonra avcı olacağı söylentisi yayılmış ve çocuklar ona daha farklı davranmaya başlamıştı. Çünkü avcı olmak herkesin istediği ama çok azının başarabildiği bir şeydi. Bununla beraber avcıların normalde ikinci bir yeteneği olmazken Ingrid şifa gücüne de sahipti. Kollarında Lua’nin boş bir kabuk gibi hareketsiz duran bedenini sarsıp uyandırmaya çalışırken aklına bu anılar doluşuvermişti. Şu an kendini annesinin yatağının yanında çaresizce uyanmasını bekleyip sonra odadan dışarı atılan o küçük Ingrid gibi hissediyordu.
6 Eylül 2022 Salı
TREN
Rüyamda pencereden dışarı bakıyorum. Karşımda bir yol upuzun ilerliyor, bir ev var, yolların kesiştiği yerde, o yüzden hem o uzun caddeyi karşımda görüyorum hem de sağa ve sola doğru evin önünden yol devam ediyor. Yani T biçimli bir yol, ev T’nin tepe noktasında.
Sabah erken saatler, ışık parlak ama zayıf ince bir ışık. Bir ses duydum. Deprem sesi değil. Korkutan sarsan bir ses. Sesin dediğine göre korkunç günlerin başlangıcıymış. Daha önce bu günün geleceğini söylemiş ama dinlememişiz insanlar olarak. Kötü kalpli olan herkes cezalandırılacakmış. Ama yeterince iyi olanlar da cezalandırılacakmış.
Ardından, gökten siyah bulutlar şekillenip bir tren gibi göründüler. Hava hala açık ve parlak renkliydi ancak siyah buluttan kocaman birkaç tane tren vardı. Trenleri korkunç birer yaratık kontrol ediyordu. Boştular sadece o yaratıklar duruyordu en önlerinde.
Bulut trenler gökten aşağıya inmeye başladılar. Kötü insanları vagonlara toplayacaklar. Yeterince iyi biri olduğumdan emin değildim. Korktum. Sevdiğim insanlar için de korktum, ya sevdiklerimden birilerini de yakalarlarsa.
Korkunç görünüyordu bulut trenler. Aşağı indikçe onlara bakamadım, korkudan ağlamaya başladım, rüyamda ağlarken uyandım. Trenlere ne oldu hatırlamıyorum.
5 Eylül 2022 Pazartesi
DÜNYANIN SONU
Birçok tür kalmamış olacak ortada. Kurak olduğu için besin az olacak. Her şey çok fena pahalı olacak.
Bu durumda, toplumlar vahşileşecek, kimyasal ve biyolojik savaşlar görülecek.
Lab’da besin üretmek mümkün olacak ama sadece zenginler faydalanacak.
Enerji, güneşten ve rüzgardan sağlanacak. Ancak, sanayi endüstri çok artıp ormanlar kalmadığı için hava kalitesi de çok kötü olacak.
Bir sürü yeni hastalık ve genetik bozukluklar olacak.
Zenginler Mars kolonisine taşınacak. Dünyadakiler kendi haline terk edilecek.
İnsanlar kuraklıkla ve kirlilikle baş edemeyecek.
İnsanlar açısından böyle olur gibi.
Gezegen açısından ise, dünya Mars gibi çöle dönüşür. Dünyanın çekirdeği soğur ve bu şekilde manyetik enerjisini kaybeder.
O zaman atmosferi kalmaz. Atmosfer kalmayınca her şey ölür.
En sonunda da zaten güneş patlayacak, güneş bir karadeliğe dönüşecek, dönüşürken ona yakın gezegenleri parçalar.
Mars’takiler yakın, onlar da kurtulamaz. O yüzden belki insanlar, önce zenginler tabii Mars’tan başka gezegene geçecekler. Çünkü, güneş patladıktan sonra insanların işi zor bizim buralarda, gezegenlerde.
Bu yüzden, insanoğlu, dünya benzeri sulu ve güneşi olan başka gezegenler bulmalı, şimdiden.
Bunlar, en azından birkaç bin yıl sonra olabilir.
2 Eylül 2022 Cuma
PAKİSTAN DİZİLERİ 4
MERAY PAAS TUM HO
Sen Benimsin
2019 yılı Pakistan romantik dram dizisi. Aşk, evlilik, ihanet konulu. 40 dakikalık bölümler, 23 bölüm. Başrolde yıldız oyuncu Ayeza Khan.
Mehwish, evli, çocuklu, güzel bir kadın. Kocası Danish sıradan, orta halli bir erkek. Mehwish, parasız hayattan bıkar, eşinden boşanır, çocuğunu da eşine bırakır ve gider zengin bir adamla evlenmek ister. Zengin işadamı Shehwar da evlenmek istese de adamın eski eşi ortaya çıkar ve izin vermez evliliklerine. Adamın her şeyi aslında eski karısına aittir. Eski eşi Shehwar’ı parasız bırakır.
Mehwish eski eşine ve oğluna dönmek ister. Adam kabul etmez. Eski eşi Danish de zengin bir işadamı olur. Mehwish tövbe eder, yalnız yaşar. Sadece eski ailesini ister artık.
Yanlış kararlar veren bir güzel kadının dramı. Not:3/4
SHEHNAI
2021 yılı Pakistan romantik komedisi. Aşk, evlilik, aile konulu. 40 dakikalık bölümler, 26 bölüm. Başrollerde Ramsha Khan ile Affan Waheed. Shehnai, düğünlerde kullanılan klarnet benzeri bir müzik aleti.
Bakht genç bir kızdır, Hunain’i sever ancak Hunain güvenilmez biridir. Meerab genç bir erkektir ve Samreen ile evlenecektir. İkisinin de ilişkilerini aileleri bilmezler. Aileler Bakht ile Meerab’ı evlendirmek isterler, planlar yapılır. Bakht ile Meerab, başkalarını sevdikleri için aralarında anlaşırlar ve evlilik gerçekleşmesin diye her şeyi yaparlar.
Sevimli dizi. Not:3/4
PUKAAR
Çağrı
2018 yılı Pakistan dram dizisi. 40 dakikalık bölümler, 26 bölüm. Başrollerde Yumna Zaidi ile Zahid Ahmed.
Samra genç bir kız, öğrenci, okulda Fahad ile arkadaş olurlar ve evlenirler. Fahad’ın ailesi feodal ve babası da politikacı. Samra gelin gidince eşinin ailesinin evinde zorlanır, alışamaz bir türlü. Samra hamile kalır ancak eşi politik düşmanlık nedeniyle öldürülür. Oğlanın ailesi Samra’yı bırakmaz.
Fahad’ın babasının daha önceki evliliğinden olan oğlu Sarang vardır, babası Sarang’ı bulup eve getirir ve Sarang ile Samra evlenirler ancak ailevi dramlar hiç bitmez.
Dram sevenlere. Not:3/4
Çağrı
2018 yılı Pakistan dram dizisi. 40 dakikalık bölümler, 26 bölüm. Başrollerde Yumna Zaidi ile Zahid Ahmed.
Samra genç bir kız, öğrenci, okulda Fahad ile arkadaş olurlar ve evlenirler. Fahad’ın ailesi feodal ve babası da politikacı. Samra gelin gidince eşinin ailesinin evinde zorlanır, alışamaz bir türlü. Samra hamile kalır ancak eşi politik düşmanlık nedeniyle öldürülür. Oğlanın ailesi Samra’yı bırakmaz.
Fahad’ın babasının daha önceki evliliğinden olan oğlu Sarang vardır, babası Sarang’ı bulup eve getirir ve Sarang ile Samra evlenirler ancak ailevi dramlar hiç bitmez.
Dram sevenlere. Not:3/4
MUSHKIL
Müşkül
2022 Pakistan aşk, aile, evlilik dramı. Güncel dizi halen devam ediyor. Günlük dizi formatında her akşam yayınlanıyor, yaklaşık 40 dakikalık bölümleri 3 milyon kişi izlemekte. 45 bölüm oldu. Başrollerde Saboor Ali, Zeinab Shabbir, Khushal Khan.
Bir aşk üçgeni, bu dramın konusu. Hareem ile Sameen birlikte okula giden iki arkadaş. Hareem okuldaki bir oğlana, Faraz’a aşık. Hareem Faraz’a yaklaşmak için türlü yollar dener. Arkadaşı Sameen’ i ikna edip ona yardım etmesini ister. Sameen Faraz ile konuşur, Faraz Sameen’i arabası ile akşam evine bırakırken polis onları durdurur. Pakistan geleneklerine göre evlenmek durumunda kalırlar.
Hareem çok üzülür ve o da inadına gider, Faraz’ın ağabeyi Asfand ile evlenir ve o da eve girer. Pakistan’da evlenen çocuklar da aile ile yaşamaktadır, genellikle. Hareem’in amacı boşanmak, Faraz’ın da boşanmasını sağlamak ve onunla evlenmektir.
Tam anlamıyla dram. Renkli dizi. Not:3/4
1 Eylül 2022 Perşembe
DAİMA ÇOCUK
Bebeğimi Joker kaçırınca onu bir panda kurtarırdı. Babam ile de minik arabalarla oynardık. Babam arabalarla futbol oynardı, yani topu arabalar götürüp kaleye gol atıyordu. Araba yarışı gibi. En hızlı giden araba golü atar.
Annem hep odanı topla dediği için salonda uyumak isterdim, toplamamak için. Tabii insan çok küçükken bir Budist gibi sakin olmayı öğrenemiyor. Komşu teyzeler ben sevdiğim için çorba, incir getirirlerdi.
Parkta oynamak, bilgisayarda oyun oynamak, çizgi film izlemek, ne keyifli. Tatilde kitap okumazdım. Kreş veya okul yoksa hep oyun.
Anneannemin tavuklarına yem vermeyi severdim ama onlardan korkardım da. Ağaçların altında kurbağa arardım. Anneannemin çardağında oturup etrafı izlerdim. Erik yerdim, kiraz yerdim. Salıncağa bindirsin büyük çocuklar diye beklerdim.
Güneş batınca anneannemle serinlikte sokağın ucuna kadar yürüyüş yapar geri dönerdik. O yol boyuna çıkmak büyümüş gibi hissettirirdi. Halka tatlısı alırdık. Onu yiyerek geri dönerdik.
Böyle sihirli bir kapıdan geçip gizli bir bahçeye ışınlanabilsek keşke. Ama orda zaman donmuş olsa. Orda yine çocuk olsak, bebek olsak, orda uyusak, hasta olunca oraya gidip iyileşip dönsek, ne güzel olurdu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)