KAYIKÇI
Güneşin en taze pırıltıları yeni yeni uyanıp kıpırdamaya başlayan çivit mavisi denizin kırışıklıklarına düşerken manzara küçük bir çocuğun gözlerinden taşan heyecana benziyordu.
Biraz açıkta duran bir kayıkçı matarasına doldurduğu kahvenin son yudumunu keyifle içmiş şimdi oltasındaki iğneye ne tür bir yem takması gerektiğini düşünüyordu. Bugün hangi balığa göre yem seçerse şansı daha yüksek olurdu, bunun belirlenmesi uzun sürdü. Belli ki pek tecrübeli değildi.
Kıyıda bir grup insan sabahın bu saatinde de olsa toplanmış ve dağınık sıralı bir oturma düzeni almışlardı. Bazısı yerlere atılan minderlerin üzerinde, bazısı kamp sandalyelerindeyken, ayakta olanlar ve kenara oturup sırtını gruba verirken ayaklarını denize doğru sallandıranlar vardı. Topluluğun odağında hoş ezgiler çalan bir müzik grubu vardı.
“Aç zülfünü gözlerini göreyim/Gözlerinin içi güler mi göreyim…”
Çalan şarkılardan ve sanatçının tatlı yemişler gibi hoş sesinden kayıkçı kadar martılar da hoşnuttu. Hepsi de sanki müziğe göre dönüyor, yükselip alçalıyordu.
Herhalde kıyıdan denizi izlemek huzur verici ve güzeldi. Bebek mavisi gökyüzünde altın gibi bir güneş, pamuk beyazı minik bulutlar, ufka doğru gittikçe küçülen irili ufaklı deniz taşıtlarının sağa sola gezintisi, suyun yüzünde bir görünüp bir kaybolan balıklar ve şaşkın martılar. Daha ne olsun…
Bir o kadar denizden kıyıyı izlemek de güzeldi. İnsana her şeyden uzakta bir dinginlik veriyordu. Bir şiir okumak veya bir tabloyu izlemek gibi veya çocukluktan kalma bir his hiç kaybolmayacak bir an gibi…
İnsanların şarkılara eşlik ettiği, arada bir alkışladığı duyuluyordu. Bir dede torunlarına bilezik tatlı alıyordu. Bir simitçi park etmiş arabaların arasından çıkmış kıyıya doğru geliyordu. Bisikletiyle kıyı boyunca ilerleyen bir başka grup manzarayı sağdan sola aşıyordu. Kıyı boyunca sıralanan banklardan bazısı oturup simit yiyen, gazete okuyan insanlarla doluydu. Bazısını kediler ele geçirmişti. Banklardan birine iki kız bir şiir yazıp martılar ve çiçekler çizmişti belki de çok sonra duruyor mu hala diye bakmaya geleceklerdi. Kayıkçı manzarayı izlerken işini ağırdan alıyordu.
Sakin huzurlu kaygısız bir manzaraydı. Bir o kadar da sihirliydi. Öyle ki bu sihri bakmasını bilmeyen göremezdi. Öyle bir sihir ki derin denizin içindeki tüm balıkların ve denizkızlarının bile ilgisini çekmiş olmalıydı. Belki de birazdan rengarenk balıklar sudan çıkıp yükselerek martılarla beraber bir dansa başlar ve su perileri çınlayan güneş ışıkları arasında şarkılara eşlik ederdi. Bunu da çocuklardan başka gören olmazdı ya olsun. Neyse ki çocuk kalmayı başaranların sayısı da hayli fazla diye düşündü kayıkçı. Sonra oltasını rastgele fırlattı. Bakalım bugün kısmetinde ne vardı…
“Hava çok güzel bugün/Bir umut var içimdeeee…/Lalalalalaaa/Selam olsun herkeslere tahtası eksiklereee…../Lalalalalalaaaa”
Son
MİRA
Geçenlerde Mira’nın burcunda tutkulu bir hafta olacağını yazıyordu. Burçlara pek inanmazdı doğrusu ama bir anda elindeki bitmiş pakete bakarken “Gökler haklıymış!” diye düşündü.
Bütün bir hafta boyunca İrlanda hakkında bir roman okurken evde oturup Tutku bisküvi yediğini fark etmişti. Yanında da tavşan kanı çay. Vampirler için uygun bir içecek. Şöyle tomurcuklu mis kokulu tavşan çayı. Ve minik böğürtlenler. Taze koparılmış kıpkırmızı ve mor böğürtlenler. Ah bundan sonra göklerle dalga geçemezdi. Tabaktaki son böğürtleni de ağzına atarken kitaptaki tarifi de deneyeyim tam olsun diye düşündü.
Hemen fiyuuv diye mutfağa koşup malzemeleri kontrol etti. Tarifteki her şey tam olarak vardı. Bir vampir olarak tatlı şeylere bayılırdı. Mutfakta unlar şekerler çikolatalar havada uçuştu. Büyü kazanının içine bütün malzemeleri doldurdu. Bir iki sihirli sözcük de mırıldandı. Tüm bunlar sırasında köşedeki piyano kendi kendine çalıyordu. Elbette müziksiz olmazdı.
Kazanın içine vanilya, tereyağı, deniz tuzu, karabiber, kabartma tozu, ejderha nefesi, kelebek tozu, denizkızı kuyruğu ve pudra şekeri de uçtuktan sonra son olarak da biraz viski döküldü. Kazan kaynadı, döndü, homurdandı, taştı gürledi ve en sonundaaa mis gibi viskili kekler birer birer kazandan fırlayıp Mira’nın kucağındaki sepete düştüler.
Eh bu büyü de amma yorucuydu. Neyse ki hiçbir şeyi patlatmadan veya yakmadan tamamlayabilmişti. Şimdi bir haftadır üzerinde kamp kurduğu kanepeye dönüp viski keklerini yerken vampirlerin Mars’ta koloni kurduğu belgeseli izleyecekti. Hayat sana böğürtlen veriyorsa reçel yap Mira diye düşündü ve İrlanda kitabından bu tarifi bulduğu için epey mutlu hissetti.emen
Son
VHALAR (Eitha 1)
Zamanın elinde birer birer söndü yıldızlar
Vhalar’ın kızıla boyanmış kayıkları
Batıyorken altında gelgitlerin
Okyanus esintisinde gizlenmişti ağıtlar
Haykırdı denizkızı keskindi nefesi
Keskindi geceden
“Bakın, bakın şu diyarlara”
“Bakın!” diye haykırdı bir daha
Özgürlüğün kan köpüklü kıyıları
Unutuldu çoktan denizcilerin hayalleri
Hayalleri ve dilekleri
Batıyordu Vhalar’ın kayıkları
Batıyordu maviliğin karanlık koynuna
Hatırladığından daha sertti
Daha sertti yurdunun dalgaları
Haykırdı göklere son narasında
“Bakın şu denizkızının işine!”
Zambaklar sararıp dökerken yapraklarını
O mehtaplı gecenin içinde
Gözlerini açtı bir uykuya
Görkemli kıyıların savaşçısı
Kaldı geriye bir tek dalgaların sesi
Ve kaldı geriye denizkızının şarkısı
Son
EITHA (Eitha 2)
Eitha okyanus rüzgarlarının ve soğuğun sürekli dövdüğü yoksul bir balıkçı kasabasında yoksul bir ailede doğup büyüdü. Kimi zaman rüzgar kasabayı öyle bir sallardı ki tuz ve yosunla karışmış bir koku çürümüş ahşap evler ve iskelelerin arasından yükselir bu sırada sallanan tahtaların gıcırtısı bir canavarın aç midesinden gelen gurultular gibi bölgeyi sarardı. Kasabanın sırtını dayadığı yüksek tepelerin en yukarısından bile bu koku ve gıcırtılar işitilirdi ve bu yüzden kasabaya sirenlerin çürük midesi anlamına gelen Kokharkan Koht-tiyan ismini takmışlardı. Ama kısaca Koht veya Koht-tiyan derlerdi.
Yoksulluk ve hayatta kalma kaygısı tüm kasaba halkı gibi zavallı kızın ailesinin belini öyle bükmüştü ki annesi hissizleşmiş babası şefkat duygusundan arınmış ve her şeye karşı duyarsız hale gelmişlerdi. Bu yüzden Eitha sevmek ve sevilmek nedir bilmeden büyümüştü. Bir babanın kızının saçlarını okşamasındaki o sıcaklığı hiç tatmamıştı. Ve bir annenin kucağının güvenini hiç hissetmemişti. Her zaman yaşamında bir eksiklik olduğunun farkındaydı ama bunun ne olduğunu bile bilmiyordu. Çünkü sevgi diye bir şeyin varlığının bile farkında değildi. Bu eksiklik ona karnı ağrıyormuş hissi verirdi. Sevgi ihtiyacı onda her gün ve gece kalbinde veya midesinde bir sorun var da hastaymış sanmasına yol açardı. Saf çocuk. Bu yüzden daima nane veya papatya toplayıp bunların çayını içerek şifa bulmak için dua ederdi. Yemyeşil taze nane çayı eşliğinde göklere bir yakarış... Eitha bu kırgın ve sefil hayatın içinde huzuru gökleri, tanrıları ve ışıklar içindeki kahramanları düşleyerek bulurdu. Bir gün onu duyacaklarını biliyordu. Ah nane çayı.. belki de gerçekten her şeyin çözümü buydu. Sorunlar bu kadarla kalsaydı..
Dehşetin fırtınaya karıştığı bir gecede görmüştü Eitha, ışığın ve kutsallığın cisimlenmiş hali olan Vhalar'ı ilk defa. Kasabayı kokuşmuş çürüyen etlerinden yayılan ölüm kokusuyla Gölge'nin müritleri çirkin yaratıklar sarmış ve bütün evleri talan etmiş, Eitha'nın ailesiyle beraber kasabadaki herkesi katletmişti. Zavallı kız aklını kaçırmanın eşiğinde fakat yaşadığı trajedinin şokuyla donup kalmıştı. Gözlerinde düşmeden kirpiklerinde asılı kalmış iki damla yaş duruyor, yangınların aleviyle aydınlanan cildi yağan karın etkisiyle buz tutuyordu. Konuşacak, bir kelime fısıldayacak takati kalmamıştı. Umuda dair en küçük bir kırıntı bile içinden silinmişken Vhalar ve emrindeki denizciler kıyıdaki sislerin içinden ay ışığını içlerinde taşıyan zırhlarıyla birer kıvılcım gibi fırlayıp gelmişti. O kızıl geceyi elindeki kılıçla yıldırım gibi ikiye bölüp sabah olmadan aydınlatmıştı ışığın ruhu Vhalar. İşte o gece böyle kurtarılmıştı Eitha ruhunun gölgeye düşmesinden. Ve böylece Vhalar'ın emrine girip bir denizci olarak kutsal ışık adına Gölge'ye karşı savaşmaya adadı kendini. Bu olay kadim şiirlerde bile işlenmişti sonradan.
Bu konuda yeteneği ilahi bir güç gibi her geçen gün artıyordu. Normalde herkesin tek bir uzmanlığı olmasına rağmen o hem silahında ustalaşmış, hem şifa yeteneği kazanmıştı ve ayrıca güçlü büyülü kalkanlar yaratabiliyor ve düşmanın zihnine girip onu kontrol edebiliyordu. Herkes Eitha'nın sanki sıradan bir insan değil de aslında göklere aitmiş gibi bir ruh gücüne sahip olduğunu düşünmeye başlamıştı. Böyle karmaşık bir ruh gücü sayesinde bir gün Vhalar ve diğer kutsal komutanlar gibi bir kahramana dönüşeceği belliydi. Böylece zaman içinde kimsenin olmadığı kadar bir hızla yükseldi ve Vhalar'ın sağ kolu oldu. Savaşta ikisini yan yana gören düşman artık çoğunlukla kaçıp saklanıyordu. Işık yavaşça gölgeye galip oluyor gibiydi. Yeryüzünün her yerinden zafer haberleri yayılıyordu. İkilinin beraber aynı yolda yürümesiyle Gölge'nin sonsuza dek yok edileceğine dair bir inanç askerler, yüksek rütbeliler, kahramanlar ve göklerdeki tembel tanrılar arasında bile fısıltılarla dolaşıyordu. Böylece ikisine evliliği yakıştırdılar ve müthiş kutlamalarla bir düğün kuruldu. Vhalar için bu önemli bir karar değildi. O sadece düşmanı nasıl daha iyi yok edeceği ve kendi üstleri ve göklerin engin görüşleri ve arzusunu umursardı.
Fakat sevgiye aç büyüyen ve Vhalar'a hayranlığı giderek artan Eitha ona çoktan vurulmuştu. İşte iki ilahi komutan göklerin emriyle bu şekilde evlendi. Buna en çok göklerdekiler sevinmişti çünkü Gölge haddini aşarak onları da tehdit eder olmuştu. Bu evliliği ışıkla kutsadılar. Fakat Chronos bile gelecekten bihaberdi.
İkili kutsal savaşlarına devam ederken Eitha'nın bir bebek beklemesi trajik bir sonun başlangıcı oldu. Eitha bu durumun sonucunda savaştan elini ayağını çekti. Aradığı gerçek sevginin çocuğunda olduğunu hissediyor ve tüm dünyası ondan ibaret hale geliyordu. Vhalar ise savaştan savaşa koşuyor, eve bir kez bile uğramıyor ve çocuğunun neye benzediğini bile merak etmiyordu. Aklı fikri Gölge'deydi. Onun o çirkin yaratıklarının insanları katlettiğini daha fazla görmek istemiyordu. Eitha savaşı terk ettiğinden beri de düşman daha da kuvvetlenmişti.
Eitha gittikçe yayılan savaşın alevinden oğlunu korumak için kimseye haber vermeden gizlice ücra bir köye saklandı. İhtişamdan ve saraylardan uzakta kendi yaşamının başlangıcındaki gibi köhne bir balıkçı kasabasıydı bu. Orada her şeyden uzakta huzuru bulacağına inanıyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı. Köy halkı çocukların eti ve kanıyla bir Gölge canavarını besliyordu. Onu besleyerek ölüler dünyasından kurtarıp yaşayanlar dünyasına geçirerek göklerden intikamlarını alacaklarını düşünüyorlardı. Çünkü artık açlık ve sefalet içinde yaşamaktan bıkmışlardı. Gölge yaratığının hayata dönmesi için gereken son kurbanın oğlu olmasını ise Eitha hiç beklemezdi.
İşte böyle bir kez daha kendini dehşetin kucağında buldu Eitha. Oğlunu kucağından söküp aldıklarında köylülerin bir cadıdan alıp çayına attığı baharatın sersemleten uyuşukluğu içinde karşı koymaya gücü yetmemişti. Yine tüm umutları yüreğinden sökülmüşken Vhalar'ı üzerindeki kutsal ışığın aydınlığında geceyi alevlendirirken gördü. Eitha onun göklerden avuçlarında topladığı yıldırım ve yıldızların alevlerini görür görmez sevgilisinin ne yapmak istediğini anladı. Ciğerleri sökülürcesine Vhalar'a evladının canı için yakardı.
Gölge yaratığı sunakta dirilmek üzereydi ve hiç zaman kalmamıştı. Ona sunulan son çocukla da bütünleşmek üzereydi. Çocuğun bilinci sonunda kapanmış ve ruh özütü sonuna kadar çekilmişti. Vhalar topladığı yıldırımları ve yıldız ateşlerini hızla fırlattı. Böylece ritüel bıçak gibi kesiliverdi. Fakat zavallı çocuk da küle karıştı. Eitha küle dönüşmeden önce evladının "anneciğim!" diye seslendiğine yemin edebilirdi. Sonunda aklının mizanı paramparça olmuştu. Bu dünya defalarca her şeyi ondan sökerek almıştı.
Tüm bu trajedinin ve kaosun ortasında dirilmekte olan yaratığın özütünün geride kalan küçük bir parçası küllerin arasında hayatta kalmayı başarmıştı. Eitha'nın çıldırmış zihnini, parçalanmış ruhunu ve yüreğine dolan öfkeyi hissedince karanlık pençelerini ona yöneltmeye karar verdi. Feryatlar içindeki annenin zihnine sızıp fısıltılar bıraktı. "Zavallı Eitha... Göklerdeki ulu ve ışıklar içindeki tanrıların ve kutsal savaşçıların gözünde bir zerre kadar bile bir değeriniz yok..." işte böyle çeldi onun aklını "Senin dileklerini işitmeye tenezzül bile etmez onlar. Fakat ruhunu bize sunarsan sana tanrı kuvvetini vereceğiz."
Göklerde kara bulutlar yeniden toplandı o anda. Deliliğe düşen zihni intikam ateşiyle yanıyordu. Histerik bir sesle "Bunu kabul ediyorum..." cümlesi hafifçe döküldü kanı çekilmiş dudaklarından. Böylece Gölge ile birleşip yekvücut oldu Eitha. Tenindeki aydınlık cennet ışığı yerini karanlığa bıraktı. Mavi gözleri bir çift kuyu gibi simsiyah incilere dönüştü. Altın sarısı saçları gölgeden daha siyaha, kutsal ışıklar içindeki aurası bir karadeliğin karanlık enerjisine dönüştü. Acı dolu her anısı zihnine doldu. Gölge Varlıkları böyle beslenip güç buluyordu. Çığlıkları işitenlerin kulak zarlarını parçaladı. Nefreti ve öfkesi arttıkça Gölge Yaratığı kontrolü ele geçirdi ve daha da güçlendi.
Artık sadece intikam için nefes alan Eitha'nın avuçlarında kutsal ışığa karşın karanlık yıldız alevleri bulunuyordu şimdi. Her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki kimse daha ne olduğunu anlayamadan tüm gücüyle Vhalar'ın üzerine yürüdü. Ve işte böylece karanlık ve aydınlık iki yıldızın savaşı başlamış oldu.
Son
ELINA (Eitha 3)
Sislerin içinde ağır hareketlerle ilerledi Melek Elina. Ağaç kökleri ve taşlarla sınırları çevrelenmiş ayna gibi pürüzsüz suyun başına gelince bir süre ayakta durup sıradan kişilerin göremediği bir şeyleri görebiliyormuş gibi önce çevreye sonra da suya baktı. Bir insan boyu kadar genişliği olan bu su birikintisi akılların alamayacağı bir derinliğe sahipti. Elina sol eliyle ileri doğru hayali bir şeyleri fırlatıyormuş gibi bir daire çizdi. Bu sırada hayali gül yaprakları gecenin içinde gerçeğe dönüşüp suyun üzerine düştüler. Ay ışığı çevredeki her şeyin konturlarını gümüş bir kalem gibi çiziyor geriye kalan şeyler ise gölgeler içinde kalıyordu. Elina diğer elinde taşıdığı tütsüyü sonunda ayaklarının dibindeki taşların ve yabani otların arasına bıraktı. Yasemin otu ve bazı başka otların yanarken saldığı aroma her yanı sarmıştı.
Buraya yılda bir defa yapmakla mükellef olduğu ritüel için gelmişti. Ayna ona kimi gösterirse kaderine müdahale edecekti. Pek çok başka şeyden sorumlu başka yazar melekler içinde onunki çok talihsiz bir görevdi. Yaptıklarının sonucu bazen felaketlere bazen mucizelere sebep oluyordu. Fakat kime yardım edeceğini seçemezdi. Karşısına kötülüğe sebep olacak birisi bile çıksa ona yardım etmek zorundaydı. Yıldızlar ondan bunu istiyorsa başka çaresi yoktu. İki elini göğüs hizasında aniden birleştirip avuçlarını birbirine vurdu ve aynı hızla ellerini iki yana açıp avuçlarını yere çevirdi. Bu hareketle yaptığı sihirle beraber avuçlarından çevreye gümüşi bir ışık dalgası fırladı. Ardından bir taht gibi yontulmuş kayaya oturup bekledi.
Alnında uçları yukarı dönük gümüşi bir hilal dövmesi vardı. Gözlerini kapatmış olmasına rağmen bir şeyler olduğunda bunu hissedecek yeteneklere sahipti. Gözlerinin dış kenarından aşağı doğru üçer minik yıldız dövmesi yine gümüş gibi parlıyordu. Bu şekilde görevinin ona verdiği ağırlık altında gözyaşı döküyormuş gibi görünüyordu. Ne kadar süre kıpırdamadan öylece bekledi bilemiyordu. Sonra bir anda gözlerini açtı. Hissetmişti. "İşte başlıyor..." diye düşündü. Suyun içinde figürler belirmişti. Gölge, karanlık pençelerini bir kadının yüreğine geçirmiş onun aklını çelmek istiyordu. Kadın küle dönüşen oğlunu düşündükçe aklını kaybediyordu.
İyi ve kötü arasındaki bir uçurumda süzülen bu zavallı kadının adı Eitha'ydı. Gölgenin çağrısını duymazsa yitirdiklerinin dehşetiyle önce zihni sonra da kendisi yok olup gidecek ve trajik yaşamı bu şekilde son bulacaktı. Fakat yıldızlar kader oyununda onun tarafını seçmiş ve onu Elina'nın karşısına getirmişti. Elina az sonra yapacağı şeyin sonucunda Gölge'nin yeniden güç kazanacağını biliyordu fakat seçim yapma hakkı yoktu. "Öyle olsun.." diye fısıldadıktan sonra tüm nefesiyle suya üfledi. Eitha böylece Gölge'ye kulak verdi. Acısı içinde kor ateşler yakarken Gölge'nin çağrısını "Bunu kabul ediyorum.." diye yanıtladı.
İşte sudaki şekiller geldiği gibi kaybolurken Eitha'nın kaderi böyle değişmiş ve gölgeye işte böyle düşmüştü. Elina yıldızların seçimlerini sorgulayan bir bakışla taştan tahtında bir süre sessizce oturdu. Ardından "Öyle olsun.." diye tekrar ederek yerinden kalktı ve geldiği gibi sessiz adımlarla oradan uzaklaşıp sislerin içinde kayboldu.
Son