29 Mart 2022 Salı

OSCAR 2022 FİNAL

 




Oscar ödül töreni de bitti. Gece geç saatte olduğu için izleyemedim. Dün sabah ve öğlen yutuptan videolara bakıp izledim. Alin Taşçiyan, Mehmet Açar sohbetlerini yapmışlar. Videolarda The Godfather ekibi, Kevin Costner’ın En İyi Yönetmen sunumu, Belfast’ta oynayan küçük çocuğun sohbeti hoştu. Garfield ve Stewart’ın konuşmaları da. Kırmızı Halı ve kısa konuşmalar, sunumlar ödüllerden daha keyifliymiş. Sevgili Vulnicure töreni yazmış ayrıntıyla.

Etkinliği sevgili Oytunla Hayat düzenlemişti. Öncelikle ona teşekkür. Sonra da sevgili arkadaşlarımız Ada Denizi, Leylak Dalı, Film Gündemi, Vulnicure, Şule Uzundere arkadaşlarımız da katılınca eğlenceli, heyecanlı bir Oscar adayı filmleri izleme süreci yaşadık hep birlikte. Son birkaç yılda Nomadland, Suyun Şekli, Roma gibi filmlerle aday filmler ve kazananların sanki biraz kalitesi düştü gibi. Hepsi iyiler tabii de The Artist, Amerikan Güzeli gibi çok iyi filmler kazanmış yani 2000’lerde. Sanki, kazananlar artık unutulmaz filmler olmayacaklarmış gibi duruyor. Biyografi, belgesel tarzı filmler çoğaldı veya sanki fantastikler de.

Sonuçlara gelince, biz ortak izleyenler hemen hemen tutturduk gibi. Coda şaşırttı hepimizi. Herhalde, en çok gişe yapabilecek, yayın haklarını satabilecek film olarak görüldü. Power Dog, Belfast, Drive My Car gibi filmler çok geniş kitlelerce izlenmez gibi gözüküyor. Smith keşke vurmasaydı, ama hak etti tabii de Garfield alsaydı iyi olurdu. Stewart da. Chastain de hak etti tabii.

No Time To Die iyi oldu alması. Dune da bol bol aldı ödül. O da hak etti. Cruella da. Campion da hak etti. Film iyi ama sadece biraz soğuk, her zaman izlenmez. En iyi filmler sık sık izlenebilecek filmler oluyor. Özel Bir Kadın gibi. Yani aslında şimdi örneğin Drive My car sanat filmi gibi duruyor. Coda da popüler ticari film gibi. Ama yani sanat ve ticaret değil de iyi film kötü film var aslında sadece. Özel Bir Kadın örneğin hem iyi film hem de herkesin sevdiği.

DeBose ile Kotsur de iyi oldu almaları. Senaryoda Belfast ile Coda da iyi. Dune olabilirdi belki bu dalda da. İzleyebildiklerim arasında bunlar vardı. Sinemanın görkemi olarak Dune, dramda ise Spencer, kişisel en sevdiklerim oldular. The Hand of God da yani sonuçta İtalyan filmi. Akdeniz ruhu. Bizdenler yani.

26 Mart 2022 Cumartesi

TEZ NASIL YAZILIR?

 


TEZ NASIL YAZILIR?

Umberto Eco

Can Yayınları

Eco, yirminci yüzyılın en önemli düşünür, yazar, eleştirmen ve akademisyenlerinden. Gülün Adı ve Foucault Sarkacı gibi önemli romanları olan profesörün bu kitabı, bir araştırmanın nasıl yapılacağını ve tezin nasıl yazılacağını detaylı ve esprili bir dille anlatan bir başvuru kitabı ve bir klasik.

50 Yıllık kitap halen öğrenciler için bir el kitabı. Lisans, master, doktora öğrencileri için faydalı olduğu gibi araştırma yapmak isteyen, düşüncelerini düzene sokmak isteyen, sistemli çalışmayı öğrenmek isteyen lise öğrencileri için de bir referans kitabı hatta tez danışmanı akademisyenler için de. Danışman öğrenci ilişkilerinin de anlatıldığı bölümlerde bir danışmanın öğrencisini nasıl olumlu yönlendirebileceğini da gösteriyor.

Tez konusu seçimi, bilimsellik, bibliyografya hazırlama, kaynak seçimi ve taraması, kütüphane araştırması, çalışma planı ve kaynaklardan alınan notların yazılması, düzenlenmesi, tezin yazılma süreci bilimsel, detaylı bir yolla anlatılıyor. Deneyimsiz, zamanı az ola kaynakları da az olan öğrencilere özellikle yardımcı olabilecek yöntemleri sunuyor.

Bütün bilgiler de örneklendiriliyor. Öğütler, uyarılar araştırma yaparken ve yazarken bilgilerin içinde kaybolmamak yönünde.

Düşünme ve çalışma ve yazma disiplini kazanmak için mükemmel bir kaynak bu kitap. Online kaynaklar öncesi yazılan bu eser, çalışma yöntemlerinin değişmediğini kanıtlıyor.

Not:4/4

22 Mart 2022 Salı

İLK BASKI





İlk baskıyı hatırlar mısınız? Üzerimizdeki baskılar. İlk baskılarımız çoktur, altımıza işememeyi öğrenme baskısı, okulda başarısız olma baskısı, büyüyememe, yetişememe baskısı.

Çevre baskısı, mahalle baskısı, aile baskısı. Ülkemizin güzide ve asude baskıları. Hangimiz bu baskıların altında kalmıyoruz ki? Öğretmen baskısı, işyeri baskısı. Karşılıklı insan ilişkilerinde baskı uygulayanlar.

Ayrıca matbaa baskısı, dijital baskı, fotoğraf baskısı, tişört baskısı. Mobbing. El işi, kumaş, tahta baskısı. Hayat bile bize baskı yapar. Üstüme gelme hayat deriz.

Belki de ilk baskımızı da ilk aşkımız gibi unutamıyoruzdur. İlk baskılar da değerli olur, bize geçmişimizi hatırlatır. Gerçekten de değerli olan ilk baskılar var.

Bu kitap bir ilk baskı. Yılmaz Güney yazmış. İtimat Kitabevi, Şubat 1966. Molla Fenari Sokak, Cağaloğlu. Kapağını Bedri Koraman çizmiş.

Sokak satıcısında, yerde gördüğüm bu kitap ilk baskı olduğu için fiyatı 445 lira. Demek ki az bulunuyor. Böyle ilk baskılar var, 800 lira, 2000 lira fiyatlı.





19 Mart 2022 Cumartesi

2022 OSCAR ADAYLARI 4




Uluslar arası film adaylarını izleyemedim, çünkü birkaç tanesini nette bulamadım. Drive My Car'ı izlemiştim, The Hand of God'ı izledim, diğerlerini henüz bulamadım. Çeşitli adaylıkları nedeniyle Encanto'yu da izleyeceğim. Bu filmler artık Oscar'dan sonraya kaldı.

Bu yılın Oscar adayı filmleri genelde biyografiler ve yeniden çevrimler, bu da Amerikan sinemasının tıkandığını ve Oscar'ın da can çekiştiğini gösteriyor. Oscar'ın artık ortadan kalkması gerekiyor. Geçen birkaç yıldaki Suyun Şekli, Roma gibi filmler de Oscarın kan kaybettiğini gösteriyordu. Biri suya sabuna dokunmayan fantastik, diğeri de yine biyografi idi. Biyografiler sinemayı kurtarmak için bir yol. Aslında ayrı bir ödül kategorisi olmalı bunlar için. Biyografiler, belgesele yakın, sinemaya değil.

Son yıllarda Sefertası (2013), Asla Gözlerini Kaçırma (2018) gibi iki iyi sinema örneği var. Bunlar sağlam dramlar, hatasız. Bir de Pan'ın Labirenti (2006). O da fantastik türün hatasız örneği. Filmler bazen iyi oluyor, eskilerden Casablanca, Spartaküs, Baba Üçlemesi gibi. Bazen de filmler özel oluyor. Onları izleriz ama eleştirilmez onlar. Köprüüstü Aşıkları, Amelie, Leon gibi. Bu filmler denk düşme sonucu oluyor, senaryo yönetmen oyuncular tam denk düşer ve bu filmler çekilir ve özel veya iyi olurlar.

Şu anda sinema okullarında, ülkemizde, sinema öğretiliyor, Yeditepe, İstanbul Üni, Marmara gibi. Genelde sinema ile tiyatro birlikte öğretiliyor. Tiyatroyu iyi bilen yönetmenler daha iyi film çekiyor. Çünkü, dram konusu var. Bu dram konusunu Bertolt Brecht ortaya koymuş ve halen geçerli. Şöyle ki, filmde dram kuralları geçerli. Bir dram filmi çekiliyorsa yönetmen istediği gibi davranamaz. Ben böyle çektim diyemez, tabii der, filmi çeker, bu film sevilebilir, ödül de alabilir ama aslında çektiği bir film değildir, hatta çoğunlukla çöp diyebiliriz. Dram, öyküleme değişmiyor. Film hangi türde olursa olsun kurallar belli. Bu dramaturgi bilmeyen yönetmenler, bir filme benzemeyen, tarhana çorbası gibi filmler çekiyorlar. Ama örneğin, aday Campion'un Piyano adlı filmi de bu yönden kusursuz.

Bu yönden bakınca Nuri Bilge Ceylan'nın filmleri de hep kusurlu. Belki iyi bir filmi veya diziyi bir tiyatro hocasına, sinema hocasına sormak lazım hep. Ceylan da filmlerinde gündelik hayatta olmayacak konular kullanıp bir de gereksiz uzatmalar, konuşmalar yapıyor. Yine bu yönden bakınca bu yılın adayı Belfast tatlı bir film olmasına rağmen, din savaşları o bölgeye has olduğu için bu filmi ancak İrlandalılar anlar. Drive My Car'da şoför kadının hikayesi gereksizdi, Lost Daughter'da Ed Harris çok ilgisizdi konu ile. Dram bilmeyen yönetmenler konuları çorba haline getirince oyuncular da kurtaramıyor filmi.

Tabii bu noktada şu var, filmleri sevebiliriz, sevmeyebiliriz, kişisel beğenimize uygundur veya değildir, bunlar öznel bakış, bir de nesnel bakış var, tarafsız gözle bakıp sinema sanatı açısından değerlendirmek, bir eleştirmen tarzı gibi yani. Kötü filmi sevebiliriz, iyi filmi sevmeyebiliriz. Bir filmin iyi olup olmadığını dediğim gibi sinema veya tiyatro hocaları söyleyebilir ya da sinema kuramı üzerine ders alanlar veya çok okuyanlar.

Son yıllarda sinemanın kurallarına uygun filmlerden örnekler verirsek, Pain and Glory (2019), Elle (2016), Black Book (2016), The Two Popes (2019).

Şimdii gelelim adaylarıma:

En iyi film:

Gönlümden geçen: Belfast

Tarafsız görüşüm: Dune

Oskarı kime verirler: The Power of Dog

En iyi yönetmen:

Gönlümden geçen: Belfast

Tarafsız görüşüm: Licorice

Kime verirler: Campion

En iyi kadın:

Gönlümden geçen: Penelope

Tarafsız görüşüm: Stewart

Kime verirler: Chastain

En iyi erkek:

Gönlümden: Denzel

Tarafsız: Garfield

Kime verirler: Smith

Bunlar temel adaylar. Bunlar dışındaki adaylıklarda Judi Dench, Troy Kotsur. Ayrıca Dune ve No Time to Die, birçok dalda ödül alabilirler.

Bu Oscar'da 18 film izledim. Gözdelerim. Spencer, The Hand of God, Dune.

18 Mart 2022 Cuma

DÜZEN İÇİNDE KAOS

 




Saatine baktı. Son bir saatte elli defa olduğu gibi akrebin ve yelkovanın durduğu yerlere bakıp saniyenin telaşına hayıflandı. Oysa yetişeceği bir yer yoktu. Ne bir yer ne de kimse. Evrende artık hiçbir şey onun bir yerlere yetişmesini beklemiyordu. Yıllar boyunca alışkanlığı haline gelen o koşuşturmalar, zamanı ayağına yapışan bir poşet gibi telaşla takip edişleri, geç kalmalar ve vaktinde olması gerektiği yerde olamamalar, eksik biten günler ve yarım kalmış çay bardakları... Hepsi bir anda değişmişti. Demini almamış günler ve geceler arasında bir çay çöpü gibi sürüklenişi dinmişti. Artık peşinden onu kovalayan bir kaos yoktu. Yine de yarım kalmışlığına ne bu sakinleşen zaman ne de artık son yudumuna kadar içebildiği demlerine eşlik eden şu denizin engin maviliği çare olmuştu. Kalbinin köşesinden onu tutuşturup tutuşturup kaçan haylaz bir hayaletin varlığından hiç şüphe duymuyordu. Böyle elindeki kitabı okumayı bırakıp sessizce ufku izlediği zamanlarda bulunduğu kafenin uğultusu bile kulaklarından içeriye giremez olduğunda ve geçmişten bir koku, bir ezgi veya bir kelime düşlerden fırlamışçasına etrafını sardığında beklenmedik bir misafir gibi yine hayaletleri köşelerden fırlar ve alev alev üzerine atılırdı. Kalbinin o hep aynı köşesinde prehistorik mağaralarda yanan ateşlerden geriye kalan izler gibi alevlerin ve dumanın bir yaşama ait umut benzeri küçük ama derin bir yanık izi dururdu. O izlerin, umut ve yaşama ait olmasından mı bilemediği şekilde hiç silinmeyeceğinin farkındaydı. Mümkün olsa da silemezdi. Bu kendini de yok etmek olurdu bir nevi.

Çayından bir yudum alıp artık yeni rutini buymuşçasına yine saatine baktı. Zamanı kovalamaya öyle alışmıştı ki güneşin ve yıldızların konumundan saati dakikalarına kadar tahmin etmesi onun için artık hiç zor değildi. Yine de saatine bakmaya devam ediyordu. Yetişmesi gereken hiçbir şey olmadığı halde belki de bu davranışı ona yaşamla samimiyetini toparlaması için fırsat veriyordu. Kitabı daha fazla okumak istemediği ama bir türlü de bırakamadığı için sayfası kaybolmasın diye yüzü ters şekilde cam masaya bırakmıştı. Masada gökyüzünün, martıların ve bulutların yansıması ayna gibi görünüyordu. Bakış açısını biraz değiştirdiğinde gerçek gökyüzü, masadaki gökyüzü ve karşısındaki deniz bir bütün haline geliyordu. Bir balık olup bu manzaraya atlamak isterdi. Ya da belki bir martı… O zaman saatine bakıp durmak yerine rüzgarı ve dalgaları takip edebilirdi. Güneşin batmaya başlamasıyla manzaranın bütünlüğü git gide bozuldu. Masa artık yeterince yansıtmıyordu. Gerçekte ise muhteşem bir günbatımı vardı. İçtiği çayların parasını ödeyip çantasını topladı. Bisikleti bıraktığı yerden aldı ve evine dönmek için giderken binaların kasveti içine kendini atmadan önce sahildeki manzarayı nefesiyle içine çekti. Masada içtiği son çay bardağı bir de tekrar gelmesini bekleyen hayaletleri kalmıştı.

17 Mart 2022 Perşembe

KELİME OYUNU 68




Kelime Oyunumuz devam ediyor. Beş kelime verip bu kelimelerin de içinde olduğu öykü, deneme,şiir benzeri bir yazı yazıyoruz.

Haftanın kelimelerini sevgili Duygu Emanet verdi.

Kelimeler: Mektup/Erzak/Talih/Savaş/Zaman


SHALIA

Talihimin talihsizliğimle olan savaşı arasında yaralanan ben oldum. Amansız bir düşman gibi zaman, dişlerini geçirip göğsümden tüm yaşamı emerken öykümün bir tragedia olmaktan ziyade kişisel bir mektup kadar sıradan ve değersiz olduğunun farkında olmanın verdiği anlamsızlığın kaosuna düşmekten kendimi alamadım.

Umut ve heyecana dair erzağı bitmiş bir şairin mısralarına sarındım. Ah Shaila ne vardı güneş gibi ısıtan gözlerini çekmeseydin gözlerimden. Şimdi ışıksız kalmış papatyalar gibi solmazdı yüreğim. Kan revan kabuslar içindeyim. Ah Shaila benim limon çiçeğim...

11 Mart 2022 Cuma

GÜZİDE SABRİ




ÖLMÜŞ BİR KADININ EVRAK-I METRUKESİ

Güzide Sabri, Yirminci Yüzyılın başlarında romanlar yazan bir kadın yazarımız. Romanları popüler ve genel olarak aşk, hastalık, evlilik, şartlar gereği yaşanamayan yasak aşklar, melankoli gibi türlerde yazmış. Birçok romanı da filme çekilmiş. Bu romanın Yeşilçam versiyonunda da Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit oynuyorlar.

Roman, Fikret adlı bir kadının kızı Nedret'e bıraktığı günlüklerden oluşuyor. Fikret genç ve güzel bir kadın ancak kalp hastası. Eve gelen doktor Nejat'a aşık olur, Nejat da ona. Nejat evlidir, boşanıp Fikret ile evlenmek ister ancak Fikret bunu kabul etmez ve aşkını kalbine gömer. Nejat ise artık mutsuz yaşar. Fikret yaşlı bir adamla evlenir. Kader Fikret ile Nejat'ı tekrar bir araya getirir. Fikret'ın eşinin bir akrabasıdır Nejat. Fikret yine hasta olunca Nejat yine onu tedaviye gelir ancak ikisi de evlidir artık. Fikret'in eşinden bir kızı olur. Nedret.

Bol dramlı roman ancak keyifle okunuyor. Günümüz Türkçesine çevrilmiş. Eski Yeşilçam filmlerini sevenler için. Not:4/4

YABANGÜLÜ

Leyla yetim ve küçük bir kızdır. İstanbul'da Rahmi Bey adlı bir yaşlı adam onu evlatlık edinir. İkisi de mutludur. Rahmi Bey evlenince durum değişir. Rahmi Beyin eşi Pakize Hanım, Leyla'ya bir hizmetçi imiş gibi davranır. Rahmi Bey bir tanıdığının oğlu olan Feridun ile Leyla'yı evlendirmek ister ama Feridun'un annesi Leyla'yı küçük görür ve plan yaparak evlenmelerine engel olur. Bundan sonra Leyla'nın da Feridun'un da hayatı acılarla doludur. Leyla, bu durumdan kurtulmak için genç ama sakat bir adamla evlenir. Yıllar mutsuzlukla geçer ama yıllar Leyla'yı küçük görenler açısından da acımasızdır. 

Merakla, heyecanla okunan tam bir dram. Günümüz Türkçesine çevrilmemiş ancak yazım kurallarına göre yenilenmiş. Eski sözcükler de dip notlarda açıklanmış. Not:4/4

8 Mart 2022 Salı

2022 OSCAR ADAYLARI 3






En iyi film, yönetmen, oyuncu adayı olan 17 adet filmi izledim. Diğer birçok dalda da zaten yine bu filmler aday. En iyi uluslar arası adaylarını da izlicem. Sonra da tahminler yaparım.


Erkek oyuncu için şimdilik Garfield, Smith önde gibi, ardından Denzel, Benedict, en son da Bardem geliyor. Kadın oyuncu için şimdilik Stewart, Chastain, Colman gibi, ardından Penelope, Nicole geliyor. En iyi yönetmen şimdilik Branagh ve Campion gibi duruyor, en iyi film de şimdilik Dune, Belfast, Power Dog, King Richard gibi.


17 film arasında en sevdiklerim ise Spencer, Dune, Belfast, Parallel Mothers, Licorice Pizza. Tabii sevdiklerimiz başka, iyi kötü filmler başka, Oscar'ı kime verirler, o da başka. Gişe önemli, diğer festivallerdeki ödüller önemli. Örneğin, Dont Look Up'a Oscar verilebilir, hatta güçlü bir aday. Hangi film alsın ve gişe yapsın en çok, gibi düşünceler de var, bu ödülde.

EN İYİ FİLM:

CODA: Bir başarı öyküsü, dramı. Sağır olan ailede tek sağır olmayan bir kız müziğe meraklı ve müzikte başarılı olmak istiyor. Ailesi ise balıkçı. Kız ailesi ile kalmak ile müzisyen olmak arasında kalıyor. İnsancıl, sıcak, tatlı film, başarılı. Hayatımın Şarkısı adlı filmin tekrar çevrimi gibi ancak yönetmen önceki filmi izlememiş. Filmin yazarları da önceki filmden. Film çok iyi ancak orijinali daha enerjik, çılgın, neşeli, duygulu. Not:3/4

KRAL RICHARD: Bir başarı öyküsü, gerçek yaşam öyküsü. Yıllarca teniste dominant olan Venus ve Serena Williams kardeşler ile onları başarıya götüren babaları ve annelerinin başarı süreci. Etkileyici bir hikaye ve film. Babada Will Smith belki de kariyerinin en iyi rolünde ve kendini unutturmuş. Film baştan sona heyecanla izleniyor. Not:3/4

THE POWER OF DOG: Filmin ismi İncil’den alınma. Bir western, kovboy hikayesi. İki erkek kardeş ve çiftlikleri. Biri yumuşak bir karakter diğeri daha soğuk ve sert. Yumuşak olan karakter bir kızı sevip evlenip eve getirince diğer sert kardeş bundan rahatsız olur ve kadına karşı cephe alır. Kadının bir de oğlu vardır. Sert karakter oğlanla arkadaş olur. Sert karakterin geçmişinde annesi ile sorunları olmuştur. Hikaye etkileyici, oyuncular çok iyi. Not:3/4

BELFAST: Şekspir yönetmeni ve oyuncusu Kenneth Branagh’dan otobiyografik bir film. 1960’ların sonlarında Belfast ve dini, politik çatışmalar ve bunların ortasında bir aile. Anne, baba, büyük kardeş ve küçük kardeş. Film, küçük kardeş oğlanın gözünden. Aile çatışmalar arasında bir arada ve sağ kalmaya çalışıyor, bir yandan da çocukların geleceği için Londra’ya taşınma var gündemlerinde. Çocuk gözüyle olduğu için film masum, çocuksu, naif. Görsellik, müzik, her şey de konu da kurgu da iyi. Oyuncular da. Melodram da yok. Not:4/4

EN İYİ OYUNCU

MACBETH: Şekspir dramının sinemadaki son çevrimi şimdilik. İskoçya Krallığı, savaşlar, ölümler, Leydi Makbet, trajedi. İyi film ama izlemesi zor. Denzel ve Dormand, tabii çok iyiler. Denzel hak etmiş adaylığı. Not:3/4

4 Mart 2022 Cuma

BROKOLİ ÇORBASI

 




Yarım kilo brokoli

İki yemek kaşığı un

750 gram süt

İki yemek kaşığı tereyağı

Bir paket krema

Karabiber, tuz



Brokoli yıka, kaynat, sonra suyunu dök, bir çay bardağı kadar su kalsın ama, tadı, kokusu için. Rondodan geçir.

Ayrı bir tavada un ve tereyağını iyice kavur, güzel koku gelinceye dek, un kokusu geçmiş oluyor, sütü azar azar dök, sürekli karıştır.

Tencereye at karışımı, brokoliyi de, kremanın da yarısını koy, karıştır. Bir kez daha rondodan geçir. Sonra pişir. Kısık ateşte, karıştır, dibi tutmasın, kaynadıktan sonra 5-10 dakika daha sürer. Piştikten sonra ise kaselere koyunca çorbayı, 1 tatlı kaşığı krema dök kaselerin üstüne.

Soğan koyan da oluyormuş, sütsüz, unsuz yapan da.




3 Mart 2022 Perşembe

THE SILENT WIFE

 




Karin Slaughter

Harper Collins Publishers

The Silent Wife, Karin Slaughter’ın yirminci suç, polisiye, gerilim romanı. Yazar, yirmi yıldır romanlar yazmakta, yirmibirinci romanı False Witness da 2021 yazında yayınlandı. Kitaplarının yaklaşık yarısı dilimizde yayınlanmış olsa da henüz çok tanınmıyor ülkemizde. Grant County ve Will Trent roman serisi şimdilerde TV dizisi olarak çekilmekte. Pieces of Her adlı romanı da sinemaya uyarlanmakta.

Yazarın birçok ödülü var. O da yaklaşık 10 yıldır yazan İrlandalı polisiyeci Jane Casey gibi düzenli olarak yazıyor, yılda bir roman, ayrıca tek başına okunan romanları olduğu gibi seri romanları da var. Seri romanları, yazarın da yaşadığı Georgia Eyaletinin Atlanta Şehrinde geçiyor. Will Trent bir detektif, Sara Linton da bir adli tabip. Roman serisinde onların karıştığı suç davaları anlatılıyor. Yazar, her romanının sonunda bir sonraki romanından birkaç sayfa da ekliyor.

The Silent Wife’da, Grant County ilçesinde bir seri katil var. Genç kızları, öğrencileri öldürüyor. Sekiz yılda birçok kıza tecavüz edip öldüren katil, sekiz yıl boyunca bulunamıyor. Kızları ormana götürüp tecavüz edip öldürüyor. Ve her birinden hatıra olarak bir saç bandı veya toka alıyor. Kızların birkaçı ölmeden de kurtulabiliyor ancak fiziksel ya da psikolojik olarak hayatlarını sürdüremiyorlar.

Roman, iki tarihte ilerliyor, sekiz yıl öncesi ve bugün. Will Trent ve Sara Linton, sonunda katili yakalıyor, katil gerçekten de hiç tahmin edilemeyecek biri çıkıyor. Yazarın, dili, kurgusu çok başarılı. Not:3/4

1 Mart 2022 Salı

2022 OSCAR ADAYLARI 2




İlk yazımda altı filmi izleyip yazmıştım. O filmlerden, film olarak The Lost Daughter, oyuncular olarak da Garfield, Chastain, Colman zihnimde yer etti, Don't Look Up, Drive My Car, Nightmare Alley, Tick Tick Boom, Tammy Faye, defalarca izleyeceğim filmlerden değiller. The Lost Daughter, kasvetli olmasına rağmen her zaman izlenebilir.

Bu yazımda ise hafta sonu izlediğim altı film var, bu filmlerden, Being the Ricardos ve West Side Story, izleyip unutulacaklardan, yani defalarca izlenmez. Ancak, Spencer, Licorice Pizza, Paralell Mothers, Dune, bu dördü iyi film, izlenebilir defalarca.

Şimdilik oniki film oldu. Almodovar hayranı olarak en sevdiğim film elbette Parallel Mothers. Ancak sevsem de bu film en iyi filmlerden değil. Şimdilik en iyi filmler, Spencer, Dune, Licorice Pizza. İzleyeceğim beş film kaldı. Belfast, Coda, King Richard, Macbeth, Power Dog. Daha sonra da En İyi Uluslararası Film adaylarını izleyeceğim.

En iyi oyuncularda ise Kidman ve Cruz etkileyici değiller, Chastain, Colman, Stewart, daha göz doldurmuşlar, Colman ve Stewart'ın rolleri daha durgun ve dram, biraz daha zor, Chastain'in rolü biraz abartılı ve absürt bir karakter olduğu için diğerlerinden daha kolay. Colman ve Stewart iyiler, ikisi de dramatik karakter, Stewart'ın rolü, gerçek kişiye dayandığı için canlandırmak biraz daha zor. Ve gerçekten de Stewart'ın Diane'sını görse herhalde Prenses Diana gider sarılıp öperdi onu.



EN İYİ FİLM:

WEST SIDE STORY: Yeniden çevrim olan bu film orijinali kadar enerjik, canlı bir gençlik müzikali değil. İyi fiim tabii, aşk gençlik, dans, müzik, gençlik çeteleri, sınıflar, ilgiyle izleniyor ancak orijinali varken bu filme neden gerek duyulmuş ki! Not:3/4

DUNE: Kitap iyi, yazar iyi, ilk çevrimi iyi. Dune, bilimkurgu klasiklerinden. Bilimkurgu ile dini, felsefeyi, siyaseti birleştiriyor ve yirminci yüzyılı geleceğe taşıyor, uzak gelecekte bir gezegen, gezegende petrol yerine su ve baharat var ve onları isteyen Fremenler, yani Batılılar, gezegen de Ortadoğu, ayrıca tarikatlar, rahibeler, tabii büyücüler, cadılar, kılıç ustaları ve kurtarıcı kahraman Arrakis.

En iyi film dalında aday olsa da yönetmende aday değil, halbuki film bir yönetmenindir. Film, görsellik, hikaye, oyuncular, müzik, dekor, ortam, her yönden kusursuz. Arrival yönetmeni Villeneuve usta, mükemmel bir film ve büyüleyici bir bilimkurgu yapmış. 3 film olacak serinin ilk filmi, unutulmaz ve defalarca izlenir. Not:4/4

LICORICE PIZZA: Yönetmen Anderson, büyükustalardan, özellikle Magnolia, Punch Drunk Love ve diğer filmleri ile, kendine özgülerden, Wes Anderson gibi. Bu film de rahat, yumuşak, geniş, gevşek, zengin, renkli bir romantik komedi. Belirgin aşk öyküsü yanında birçok kısa öykü var, yani vinyetler, bu kısımlarda yönetmen, arkadaşları ile eğlenmiş, bizi de eğlendirmişler. Film mutluluk veren, olumlu, şirin bir film. Oyuncular renkli, Sean Penn, Wiliam Holden rolünde harika, Bradley Cooper, Tom Waits, ayrıca filmde birçok aile üyesi var, Philipp Seymour Hoffman’ın oğlu, Caprio’nun babası, Jack Nicholson’ın oğlu gibi. Ayıca başroldeki Alana Haim’in kendi ailesi anne baba kardeşleri oynuyor ve bu oyuncu da Oscar’a aday olmalıydı.

Film de genç bir oğlanla ondan büyük bir kız arasında arkadaşlık ile flört arasında bir ilişki yaşanıyor daha doğrusu yaşanamıyor, çünkü ikisi de ilişki ne bilmiyor, bu arada ikisi birlikte işler de kurup batırıyorlar. Bu arada günümüzden yaklaşık 50 yıl öncesinin yaşantısını, müziklerini, giyimini de izliyoruz. Bir dönem filmi yani ve filmde sinemaseverler için bir dolu gönderme var. Film, bir lunapark gibi. Defalarca izlenir. Not:4/4

EN İYİ OYUNCU:

SPENCER: Filmin yazarı Steven Knight (Peaky Blinders, Locke, SEE), yönetmeni Pablo Larrain (Jackie). Referanslar sağlam. Konu ilginç, Princess Di’nin hayatından bir kesit. Film de tipik bir İngiliz dönem filmi. Doğa, dil, binalar, giysiler, İngiliz kırsalı filmleri havasında. Di, Kraliyet ailesi ile tatilde çok sıkılıyor, zaten hassas, ayrıca bilumiası var, bunalıyor şatoda. Kristen Stewart, Di’nin kırılganlığını, konuşmasını, yürüyüşünü, tavırlarını şaşırtıcı bir gerçeklikle oynamış. Film de müziği, görüntüleri, konusu, inceliği, zarafeti ile ustaca olmuş. Biraz dram biraz gerilim. Estetik film. Not:4/4

PARALLEL MOTHERS: Almodovar, önceki filmi Acı ve Zafer’den sonra yumuşak bir film yapmış. Acı ve Zafer onun başyapıtlarındandı. Bu film de her zamanki şirin, renkli, çılgın dünyasından bir kesit. İki kadın hastanede aynı anda doğum yapar, bebekler karışır, bu durum drama yol açar. Her zamanki gibi dramı bile yaşama bağlı, hayatın içinde yaşayan İspanyollar. Cruz da her zamanki gibi oynamış. Defalarca izlenir, bu dram komedi, dramedi. Not:3/4

BEING THE RICARDOS: Bu seneki diğer biyografiler gibi, Tammy Faye ve Tick Tick gibi, karizmatik, eksantrik kişiliklerin gerçek öyküsü olan bu filmde bir zamanlar A.B.D.’de ünlü olan Lucille Ball ve kocasının yaşamı anlatılmış. Böyle kişilikleri izlemek her zaman ilginç, çünkü sonuçta bunlar yetenekli ve özel kişiler. Nicole Kidman da başarılı ancak hayran olunacak kadar değil. Film de iyi ancak unutulmazlardan değil. Not:3/4