26 Mayıs 2021 Çarşamba

KELİME OYUNU 5




Beş kelime ile öykü, deneme, şiir benzeri yazı yazma etkinliğimiz devam ediyoring. Bu haftanın kelimeleri benden.

Takip Kedi Gözetlemek Söylenti Limoni 


TAKİP

Bütün gün takip edildiğimi hissettiğimden panik içindeydim. Okuldan çıktıktan sonra önce kırtasiyeye gitmiştim. Ders için gerekli pdf’yi çıkartıp kırtasiyeden dışarı çıktığımda gözlerini ilk kez orada üzerimde hissettim. Bunun olabileceğine dair söylentiler vardı fakat gerçek olduğuna dair kanıt yoktu. Kendimi çok tuhaf hissettim. Kafam allak bullak oldu. Çıkarttığım ders notuna sıkıca sarılarak oradan uzaklaşıp izimi kaybettirdim.

Arkadaşlarla buluşmak için Kadıköy’e geçtim. Limoni diye yeni bir yer açılmıştı. Açılıştan dolayı içecekler neredeyse bedavaydı. Onlarla buluştuktan sonra beraber yürürken yine takip edildiğimi hissediyordum. Her yerden beni gözetliyor olduğuna emindim. Biraz da paranoya yapmış olabileceğim ihtimaline sığınarak kalabalık olmanın verdiği sakinlikle umursamadan yürüyordum. Hava yavaştan kararmaktaydı. Her köşebaşından, her çatıdan ve ağaçtan gözetlendiğimi düşünmekten pek de eğlenemedim.

En sonunda böyle devam edemeyeceğime karar verip diğerlerine veda ederek gruptan ayrıldım. Bir an önce eve gitmeliydim. Eve gidip bu işin doğruluğunu öğrenmeliydim. Güneş çoktan batmıştı. Rüzgar estikçe etraftan hanımelilerin akşam kokuları çevremde uçuşmaya başladı. Çok geçmeden o gözleri yine üzerimde hissettim. Bu sefer o da peşimden koşuyordu. Tanıdıklarını da haberdar etmiş ve peşime takmıştı. En sonunda koşarken ayağım takıldı ve bir anda kendimi yerde buldum. Çantam, gözlüğüm ve hasır şapkam etrafa saçıldı. Beyaz pantolonum çamur içinde kalmıştı.

Başımı yerden kaldırdığımda onunla burun buruna geldim. Uzun beyaz tüyleri yeni taranmış gibi, mavi gözleri çakmak çakmak bakıyordu. Emin olmak için daha dikkatli bakmaya çalıştım. O da bana dikkatle bakıyordu. Sonra tek gözünü kırptı. Sonra da tam tersini kırptı. İşte şimdi emin olabilirdim. Söylendiği gibi, kedilerin zihinleri ortaktı ve sokaktaki bütün kedilerin zihninden, evde beni bekleyen kedim beni bütün gün izlemişti. Her yerde beni takip ettirmişti. Onların gözünden beni görmüştü. Ve ona öğrettiğim özel selamlaşmamızla bunu bana anlatmaya çalışıyordu.

Ona hemen eve döneceğimi ve istediği ödül mamasından alacağımı söyledim ama beni takip etmeye devam ederse eve geç geleceğimi de ekledim. O anda çevremde toplanmış olan on onbeş kedinin hepsi bir anda kaçıp kayboldu. Sonunda takip etmeyi bırakmıştı.


SON

REİ VE VOA (2)

Rei yeni arkadaşı Voa ile patlayan kazandan kalan dağınıklığı toparlamaya koyuldu. Tavana kadar her yer isle kaplanmıştı. Öğrendiği birkaç sihirli numara ile etraftaki isleri yok etti. Minik sözcükler fısıldayarak harekete geçirdiği süpürge, fırça ve kürek de bu konuda oldukça faydalı olmuştu. Çabucak temizliği bitirip sihirli kazanını, çalışma kitabını ve malzeme sandığını dolaptaki yerlerine koydu. Voa da onunla beraber odanın içinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Bazen de yaramaz bir kedi gibi ya süpürgeyi kovalıyor ya sürüklenen şeylerin üzerine atlıyor ya da yuvarlanıyordu. Neyse ki dikkatsiz başka bir kazaya sebep olmamıştı. Simsiyah tozdan bedeninin içinde iri ve yuvarlak iki meraklı gözle etrafında olup biteni izlerken sonunda açlıktan enerjisi tükenmiş ve öylece ortada kalakalmıştı.

Rei işleri bittiğinde onun acıktığını ancak fark edebildi. Fakat konuşan tozdan bir kediye ne yedirebileceğini bilmiyordu. Üstelik Voa konuşsa bile sadece “Voaaa!” demekten başka bir şeyi henüz öğrenememişti. Rei çantasının içini döküp onun için yer açtı ve Voa’yı içine koyup çantayı sırtına taktı. Henüz ondan kimseye bahsetmediği için birinin onu görmesine hazır değillerdi. Her şeyden önce biraz karınlarını doyurup enerji bulmalıydılar. İnsanlar her gün bir Voa görmediği için bu sırrı açıklarken enerjilerinin düşük olmasını istemezdi. Mazallah herkes onu gördüğü için şok geçirdiği sırada Voa’nın karnı guruldarsa bunu bir saldırı sesi zannedip korkabilirlerdi. Hayır hayır bu sevimli minik yaratık vahşi bir kurt imajı çizmemeliydi.

Rei mutfağa gittiğinde önce etrafta kimse olup olmadığını kontrol etti. Kimse olmadığını görünce hızlıca dolaba ulaştı. Kapağı açıp Voa için neler bulabileceğine baktı. Ama hala onun neler yiyebileceğini bilmiyordu. Merdivenden ayak sesleri geldiğinde pek fazla düşünecek zamanı kalmamıştı. Bu yüzden eline ilk geçen şeyi alıp çantasının içine attı ve fermuarını hemen kapattı. Tam o sırada annesi içeri girdi. Kızının bir şeyler çevirdiğini bakışlarından anlayan Mei bu konuda sessiz kalıp neler olacağını görmeye karar verdi. “Sabahtan beri bize bir şey göstereceğini söyleyip bahçede bekletiyorsun. Büyükanne uyumaya başlamadan gelsen iyi olur Rei” diyerek onu dışarı çağırdı.

Rei hazırlanmaya vaktinin kalmaması karşısında biraz panik olsa da sonunda Voa’ya yemek verdiği için derin bir nefes alarak annesinin peşinden gitti. Voa’nın verdiği şeyi beğenip yediğini umuyordu. Bu sayede onu takdim ederken olabildiğince şirin ve sakin olacağını düşünüyordu. Bahçeye çıktığında herkesi onu beklerken buldu. Kayısı ağaçlarının altında temiz hava alırken onun neler çevirdiğini tahmin etmeye çalışmış ama bulamamışlardı. Rei yarım daire çizen dinleyicilerinin karşısına geçip onlara minik bir dostunu tanıtmak istediğini söyledi. Onun çok şirin gözlerini, kömür karası rengini ve tatlı tatlı konuşmaya çalışmasını anlattı. Bunları öyle ilgi çekici aktarıyordu ki herkesin merakı artmıştı. Sonunda çantasını çıkartıp ayaklarının önünde yere koydu. Ve fermuarı açıp bir iki adım geri çekilerek bekledi. Herkes sessiz ve pür dikkat şekilde çantaya bakıyordu.

Ve işte olanlar oldu. Çantanın içinden kıpkırmızı bir duman topu fırladı ve herkesin etrafında hızla bir oraya bir buraya yuvarlanmaya başladı. Bu sırada “Voaaa!” diye feryat figan çığlıklar atıyordu. Mei başta olmak üzere herkes de bu çığlığa çığlıkla eşlik ederek etrafta koşuşturuyor ve yuvarlanan kırmızı şeyden kaçmaya çalışıyordu. Voa kıpkırmızı bir ateş topu gibi etrafta yuvarlanırken çevresine de minik kıvılcımlar düşürüyor ve dumanlar saçıyordu. Rei’nin aceleyle dolaptan alıp ona yedirdiği şey meğerse acı biberdi ve bu hiç iyi olmamıştı. Büyükanne hala uyukladığı yerden başını kaldırıp parmaklarını şıklatarak bir anda Voa’yı hareketsiz bıraktı. Onu bir büyü ile yakalamıştı. Sonra parmağını bir kez daha şıklattı ve Voa eski rengine dönerken bağırmayı da bıraktı.

Büyükanne sırtını yasladığı ağaçtan destek alarak ayağa kalkarken “ böyle bir şeyi görmeyeli yıllar olmuştu” dedi. “Benim eski çalışma kitabımı bulmuş olmalısın. O kitabı ben hazırlamıştım ve içindekileri benden başka bilen hiç kimse yoktu. Herkesin bu kadar şaşırması çok normal canım. Ama korkacak bir şey yok, Voa oldukça sakin ve evcil bir canlıdır. Benim Voa’mın yıllar önce sihri söndüğünde yeni bir tane daha yapmayı hiç istememiştim, bu bana eskiyi hatırlattığı için üzüntü veriyordu fakat şimdi onu gördüğüme çok sevindim” diye ekledi. Havada büyü ile asılı duran Voa’yı kucakladı ve bir kedi gibi başını okşadı. Ardından da ailenin geri kalanları aynı şeyi yapıp minik yaratıkla tanışırken “Çalışma kitabımı kullanmaya devam edebilirsin Rei, çünkü içindekileri gerçeğe dönüştürebilecek başka kimse olduğunu sanmıyorum, sende bu yetenek var güzelim” diyerek Rei’ye cesaret verdi.

İşte Voa’nın herkesle tanışma hikayesi bu şekilde gerçekleşti.

SON

Not: Bu öykünün ilk bölümü Kelime Oyunu 4 adlı yazımda.


LORAN (Eitha 7)

Haku'nun verdiği ilaçlar sayesinde sabaha dek bebekler gibi uyudum. Uyandığımda dışarıda bir curcuna hakimdi. Eşyalarını binek kurtlarına, atlara ve at arabalarına yükleyen topluluğumuz geride önemli bir şey bırakıp bırakmadıklarını ve eksikleri olup olmadığını kontrol ediyordu. Çocuklar işin eğlencesinde bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. Topluluktaki bütün çocuklardan sorumlu bir öğretmenimiz vardı ve o da onları hizaya sokmaya çalışıyordu. Grupta iki de bebek vardı ve onlar da anneleriyle arabalarda yolculuk edecekti. Bir süre yayan yolculuk edip güneydeki iki dağın arasındaki engebeli yolu aştıktan sonra arabalara ve atlara binerek devam edecektik. Çünkü geçitten sonra yükleri paylaştırabileceğimiz daha çok yabani at yakalayabileceğimiz bir bölge vardı. Orada kısa bir mola verip ihtiyacımız kadar at yakalayarak daha hızlı bir şekilde yolumuza devam edecektik. Haku gözünün önünden fazla ayrılmamamı tembih ederken sandıklarını yük arabalarından birine, çantalarını da kurtlara yükleyip son kontrollerini yaptı. Her şey hazır görünüyordu. Ben de tüm haritalarımı, ölçüm aletlerimi ve notlarımın bulunduğu defterlerimi Haku'nun kurtlarından birine yükledim. Diğerleri kadar çok eşyam yoktu. Önemli birkaç malzememi de sırt çantama yerleştirmiştim. Grubumuzun sahip olabildiği bütün kıyafetler, örtüler ve ayakkabı gibi işe yarayabilecek her şey bir arabaya sığmıştı.

Yetiştirdiğimiz tavukları ve keçileri yanımızda götürme şansımız yoktu bu nedenle yanımıza alabildiğimiz kadar kurutulmuş ve tuzlanmış et stok edip geri kalanların hepsini doğaya serbest bıraktık. Tavuklar ve keçiler de soğuğa göre evrimleştiği için bir sorun yaşamayacaklardı. Gittiğimiz yerde yenilerini bulmamız gerekecekti. Elbette gittiğimiz yerde yaşayacak bir yer bulabilirsek ve de cömert bir doğa.

Elimdeki haritada izleyeceğimiz rotayı bir kez daha kontrol ettim. Güneye doğru ilerlerken hala mevcut olduğundan emin olabildiğim nehirleri ve diğer su kaynaklarını takip ederek biraz kıvrak bir yol izleyecektik. Bunun için ölçümlerime, pusulama ve yıldızlara güveniyordum. Elbette yolun kıvrılıp bükülmesi hem coğrafi nedenlerden ötürü hem de varlığını daha önce öğrendiğimiz tehlikeler nedeniyleydi. Bazen birkaç kişiyle beraber gizli ve hızlıca keşif yolculukları yapardık ve bu sayede agresif karakterli ve saldırgan insan gruplarından bazılarının kamplarını keşfetmeyi başarmıştık. Bunun yanı sıra tehlikeli yaban hayvanlarının yuvalandığı bölgeler de vardı. Tüm bunlardan mükemmel şekilde kaçınmak elbette mümkün değildi ama en azından tespit ettiklerimizden uzak durabilirdik.

Haritayı baştan aşağı gözlerimle tararken daldığım düşüncelerden Khazard'ın sesiyle kendime geldim. Khazard cesur, adil ve çok genç olmasına rağmen doğru kararlar alabilme yetisine sahipti. Grubun iyiliğine önem verir ve kararlarını buna göre alırdı. Bencil bir kişiliği yoktu. Stratejik zekaya sahipti. Bu sebeplerden dolayı onu grubun lideri olarak seçmiştik. Elbette yönetimi tek başına yapmıyordu. Hepimizin söz hakkı vardı ve her şeyi bize danışarak yapardı. Zaten hepimizin de grupta kendince bir görevi vardı ve biri olmadan diğerleri eksik kalıyordu. Bana rota hakkında birkaç detay sordu. Yakınından geçeceğimiz eski şehirler konusunda ne düşündüğümü merak ediyordu. Elbette birkaç gizli akın düzenlememiz gerekecekti. Grup güvenli bir noktada beklerken üç veya dört akıncıyı göndererek erzak ve ihtiyaç olabilecek başka malzemeler bulmalarını umacaktık. Bu akınlar için en iyi saatler sabahın erken saatleriydi. Geceleri ortaya çıkan Gezginlerin geri çekildiği ve yabancı insanların henüz ortalarda olmadığı saatler gizli hareketler için en iyi fırsattı. Khazard da benimle aynı düşünüyordu. Böylece herkesin hazır olduğu teyidini alıp yola çıkış emrini verdi.

Çocuklar öğretmenin etrafında düzenli şekilde yürüyor, arabalar, atlar ve kurtlar sırayla ilerliyordu. Adımlarımın sesi dönen tekerlerin gürültüsüne karışırken ardıma dönüp yedi yıldır yuvam olan minik kampımıza baktım. Çok geçmeden doğanın onu da kendisine alacağını bilmek terk edilmiş olmasından daha iç rahatlatıcı geliyordu. Sabah güneşi gözlerimi ve cildimi sızlatmaya başladığı için kuzgun paltoma sıkıca sarınıp şapkamı başıma geçirdim. Ve gruptan geri kalmamak için adımlarımı hızlandırarak yola devam ettim.

Son

LORAAAN (Eitha 8)

Rowan vadisinde iki günlük bir oyalanmaya sebep olsa da ihtiyacımızı karşılayacak kadar çatal boynuzlu yabani atlardan yakalamayı başarmıştık. Nükleer olaylar yüzünden evrim hızla devam ediyordu ve bütün hayvanlar gibi atlar da değişip hem boynuzlara hem de yayın balıklarına benzer bıyıklara sahip olmuştu. Yuları boynuzlarının dibine bağlamamız yeterli oluyor ve kolayca kontrol edilebiliyorlardı. Vadiyi geçeli neredeyse dört gün olmuştu ve kendimdeki değişimi artık daha net hissediyordum. Bu durum sinirlerimi epey yıpratmıştı. Sürekli yaşadığım açlık yüzünden odağımı kaybedip duruyor ve Haku’nun endişeli bakışlarıyla karşılaşıyordum. Dün sığındığımız bir mağarada geceyi geçirdiğimiz sırada yine ne kadar aç olduğumu düşünüp dururken daima haritalarıma meraklı olan küçük bir çocuğun damarlarında akan kanın sesini işiterek neredeyse hipnotize olmuşken Haku’nun enseme bir tokat patlatmasıyla kendime gelmiş ve aç hissettiğimde içmem için verdiği iksiri yudumlamıştım. İksirin etkisi her seferinde biraz daha az sürüyor gibiydi. Ya da zaman algımı kimi zaman kaybettiğim için bana öyle geliyordu. Haku benimle ilgilendiği için çok şanslıydım. Yoksa çoktan birine saldırmış ve neticesinde yok edilmiştim.

Bir süredir yüksek bir tepenin üzerinde kayaların ve ağaçların arasında saklanırken yağmurun dinmesini bekliyorduk. Tepenin aşağısında büyük ve eski bir şehir vardı. Defalarca yağmalanmışsa bile hala erzak ve giyecekle dolu evler, hastaneler, büyük alışveriş mekanları ve depolar olmalıydı. Uzaktan bile eskiden ihtişamlı olduğu belli olan binaların yıkık dökük bir halde olduğu görülebiliyordu. Şehrin büyük bir kısmı ormana dönüşmüştü. Yüksek binaların tepeleri ağaçların arasından yükseliyordu. Belli ki çok geçmeden tamamen ormanın altında kalacak ve zamanla toprağa daha çok gömülüp gidecekti. Yağmur şiddetini iyice artırırken herkes kayaların altına sığınmıştı. Böyle havalar tehlikeliydi. Gün ışığı kara bulutlar tarafından kesildiği için güçlü gezginler geceyi beklemeden ortaya çıkabilirdi. Bu nedenle fazla ses yapmadan beklemeliydik. Zaten çok yakında gece bastıracaktı. Khazard şafak vaktinde aşağıdaki şehir kalıntısına akın düzenlemek istiyordu. Bunun için birkaç kişi seçmişti. İçimizde en hızlı ve çevik olanlar güneş doğar doğmaz aşağıya inecek, dikkatlice ulaşabildiği binaları kontrol edecek ve üç saat içinde takip edilmediklerinden emin bir şekilde geri dönecekti. Takip ediliyorlarsa peşlerindekinden kurtulmadan buraya geri dönemezlerdi. Fakat onları sadece bir saat daha bekleyebilirdik yoksa grup tehlikeye düşerdi. Bu yönde kararlar aldıktan sonra güneş batmadan bir şeyler yedik ve herkes uyurken ben de nöbet tutanların arasına katıldım. Son günlerde daha az uyuyordum. Bu durum beni rahatsız etse de uykusuz kalmaktan ziyade uyumaya çalışmak beni yorduğu için nöbetlere katılmak iyi geliyordu.

Yağmurun şırıltısına ve rüzgarın sesine rağmen sık sık ormanın içinden çıtırtılar, homurtular ve ne olduğunu tam anlayamadığım başka sesler duyuyor gibi oluyordum. Geçirdiğim değişim duyma yetimi de etkiliyor olmalıydı. Bu bazen kontrolden çıkıp acı çekmeme sebep oluyordu. Örneğin bazen çocukların şakalaşırken attığı çığlıkları o kadar güçlü duyuyordum ki sesleri kulağımda korkunç bir çınlama yaratıyordu. Bazen adımlarımın sesi bile davul sesine dönüşüyor ve baygınlık geçiriyordum. Şimdi de yağmurun sesi ve uzaktan duyduğum ve neye ait olduğunu bilemediğim bu hışırtılar gittikçe daha da yükseliyor ve beynimin içinde yuvarlanan taşlar varmış gibi hissetmeme sebep oluyordu. Gezginler ateşten korktuğu için nöbet tutan diğer iki kişiyle beraber büyük bir kaya kovuğuna yaktığımız ateşin etrafındaydık. Ateş yandığı sürece gezginler bizi görse bile gruba yaklaşamazdı. Ve güneş doğduğunda da geldikleri yere dönmek zorunda kalırlardı. Ateşe baktıklarında bile yanıyormuş gibi hissediyorlardı. Aslında böyle hissettiklerini daha yeni anlıyordum. Çünkü artık ben de ateşe bakamıyordum. Diğerleri üşümemem için yanlarına sokulmamı söyleyip dursa da ben biraz daha mesafeli ve sırtımı ateşe dönük şekilde oturup karanlıklara bakıyordum. Karanlık bana artık korku yerine huzur veriyordu. Serinliği seviyordum. Havanın buz gibi olmasını seviyordum. Kışın gelmesini dört gözle bekliyordum. Rüzgarın uzaklardan taşıdığı kokuları seviyordum. Polen kokuları.. Ve kuşlar ve sincapların kokuları ve geyikler.. Ah geyikler sincaplardan daha lezzetli olurdu ve da daha kanlı canlı.. Ah işte ormanı ve rüzgarı düşünürken yine kafayı yiyordum. Bunu fark edip kendime gelmeye çalıştığım sırada tuhaf bir şey oldu. Rüzgarın bana fısıldadığını duydum. Veya beni tanıyan birisi adımı sayıklayıp duruyordu. Bu sayıklamaların arasında sesin kimden geldiğini anlamak için nöbet arkadaşlarıma ve kaya duvara yaslanarak uyumuş diğerlerine tek tek baktım. Hiçbirisi değildi. Ses uzaklardan, aşağıdaki şehir kalıntısından geliyor gibiydi. Ses daha da şiddetlenip “Kurtar beni Loran!” demeye başladığında paniğe kapılmak üzereydim. İyice kafayı yemeye başlamış olmalıydım. Beni tanıyan herkes bu grubun içindeyken adımı ilk defa yolumun düştüğü bu yerde kim fısıldıyor olabilirdi?

Şaşkınlığım Khazard’ın sesiyle bölündü. Bir süredir düşüncelerimle ve bana seslenen fısıltılarla meşgul olduğum için çevremde olanları fark etmemiştim. Şafak vakti yaklaşmıştı. Khazard şehre kendisinin de gideceğini söyleyerek beni başka bir şaşkınlığa sürükledi. Buna itiraz ettim. Aşağıda başına bir şey gelirse gurubu kim idare edecekti? Fakat itirazım kabul edilmedi. Khazard bazen tuhaf rüyalar görürdü ve rüyalarını doğru yorumladığında gerçekten faydalı şeyler olurdu. Az önce uyurken bir rüya görmüştü ve ne olduğunu anlatmasa da mutlaka şehre inmesi gerektiğine inanıyordu. Diğerleri de bu karara itiraz etmesine rağmen sözünden geri dönmedi. Ve altı kişilik ekiple yola düştü. Böyle durumlarda beklemek her zaman stresli olurdu ama liderimizin de kendini tehlikeye atıyor olması durumu daha da gergin bir hale getirmişti. Onlar ilerlerken güneş yükseldi. Ağaçların arasında kayboldukları noktaya bakıp durmak sinirlerimi bozuyordu. Böylece üç saat geçti ve geri dönen olmadı. İşte bu yola çıktığımızdan beri yaşadığımız ilk felaketti. Daha önce üzerine konuşmuş olsak da ne yapmamız gerektiğine karar vermek çok zordu. Bir saat daha bekledik. Hala kimse dönmeyince bir yarım saat daha vakit verdik. En sonunda Haku kararlara uymamız ve grubu korumamız gerektiğini hatırlattı. Eğer geri dönebilecek durumdalarsa rotayı bildikleri için bizi yolda bulabileceklerini düşünüyordu. Ve burada fazla oyalanırsak onları yolda yakalama şansımız da azalacaktı. Bu nedenle yola devam ettik. Fakat beni rahatsız edip duran bir şeyler vardı ve bunların ne olduğunu bir türlü çözemiyordum.

Düşünceler arasında yürümeye devam ederken bir anda kalbime bıçak saplanmış gibi hissedip neler olduğunu anlayamadan yere yığıldım. Kalp krizi geçiriyor gibiydim. Haku yanıma koşmuştu ve bana bir şeyler söyleyip bir şeyler içirmeye çalışırken onu duyamıyordum. Kontrolümü kaybediyor olmamdan korkuyordum ve eminim o da aynı şeyden korkuyordu. Bana bakışlarından bu çok net anlaşılabilirdi. Nefes alamıyor ve düşünemiyordum. Şakaklarımdaki damarların şiştiğini ve gözlerime kan oturduğunu hissediyordum. Sonra garip bir şey oldu. Şehirde kaybolan arkadaşlarımın ve Khazard’ın yaşadığını hissettim. Bunu tarif etmek imkansızdı ama yaşadıklarını biliyordum. En azından üçü hayattaydı. Ve onları bulmak zorundaydım. Ve işte yine o ses, rüzgarın içindeki fısıltı benden yardım istiyordu.

Son

Not: Eitha adlı öykünün önceki bölümleri Kelime Oyunu 1, 2, 3, 4, 5'te. 

YILDIZ ÇOBANI VE GÖKNAR


Küçük cadı Göknar, ismini bir ağaçtan almıştı. Belki de bunun etkisiyle doğaya ait her şey ilgisini çekiyordu. Ama onun aklı ne toprakta ne suda ne de bitkilerdeydi. Ninesinin Yıldız Çobanı'ndan bahsettiği günden beri bütün merakı göklerdeydi. Eğer Yıldız Çobanını görürsen ondan müthiş bir dilek dileme hakkın oluyordu. Ama bu zamana kadar onu ne gören olmuştu ne de sesini duyan. Göknar bulabildiği bütün kaynakları taramış, yaşlı bilgelere danışmış ve konuşabildiği hayvanlara ve bitkilere sormuştu ama onlardan da onu nasıl bulabileceği sorusuna bir yanıt alamamıştı. Ama bir gün yolunu kaybetmiş bir penguen deniz kıyısında karşısına çıkmış ve kuzey denizinin ötesinde onu gören birinin yaşadığını söylemişti. Bu kişi o kadar uzun süredir yaşıyordu ki artık ne zaman doğduğunu bile unutmuştu. O kadar bilgeydi ki yolunu kaybetmiş bütün büyük kahramanlar onun bilgeliği sayesinde müthiş destanların başrolü olmuştu. Bütün bu anlatılanlardan sonra Göknar o bilgenin sahiden de Yıldız Çobanı'nı gördüğünden emin olmuştu. Penguene teşekkür edip bu zorlu yolculuğa nasıl çıkacağını birkaç gün boyunca düşündü durdu. Çünkü cadılar hikayelerdeki gibi ışınlanamıyor veya süpürgeyle uçamıyordu.

Yine sayfalarca kitaplar karıştırdı ve sorabildiği herkese minik bir cadının büyük bir seyahati hızlıca nasıl gerçekleştirebileceğini sordu. Herkes yanına yiyecek ve su alması gerektiği gibi basit önerilerde bulunurken bir gün aynı soruya kaplumbağa "Eğer kanatlarım olsaydı uçarak denizi aşardım." diye cevap verdi. Ve Göknar bu sefer "Yıldız Çobanından ne dilemek isterdin?" diye sorunca "Tabi ki bir çift kanat!" diye yanıtladı. Bunu duyan bir yalıçapkını "Aptal olma lütfen!" diye alaya aldı "Bir limosa olsaydın bile on iki gece sonra ayakların yere değmezse bayılıp okyanusu boylardın." diye devam etti. Göknar bu sefer de onu haklı bulmuştu. Tek başına kanat çırpıp uçarak ulaşmak mümkün değildi. Üstelik fırtınalar da olabilirdi. Yalıçapkınına "Sen ne yapardın?" diye sorduklarında alaylı alaylı öterek "Tabi ki bir balık olurdum!" diye cevapladı. Elbette bir su kütlesini geçmenin en iyi yolu balık olmak olmalıydı. Yalıçapkını da hep bir balık olmayı dilediğini söyledi. Bütün konuşmayı sessizce dinleyen bir neon üzerlerine su fışkırtarak araya girdi. Herkesin dikkatini üzerine çekebildiğini anlayınca "Komik olmayın suyu geçtikten sonra daha gitmeniz gereken on günlük yol olacak. Bir balık karada gidemez." diye itirazını açıkladı. Elbette o da bir kara canlısı olmayı hayal ediyordu.

Bu iş böyle olmayacaktı. Fakat bütün konuşma boyunca Göknar'ın aklına müthiş bir fikir gelmişti. Hemen eve dönüp yine büyü kitaplarını karıştırdı. Ve üç farklı tarif buldu. Bu üç tarifi de ayrı ayrı üç kazanda kaynattı. Ve her birini üç gümüş şişeye doldurdu. Böylece yolculuk boyunca hiç sorun yaşamayacak ve büyük bir hızla gidip dönecekti. Ertesi gün erkenden yola çıktı ve ormanı geçip denize ulaştı. İksirlerden ilkini içerek bir denizkızına dönüştü. Böylece suyu üç günde aşmayı başardı. Kuzeye ulaştığında ikinci iksiri içti ve bir kartala dönüştü. Böylece kilometrelerce uzanan kurak ve keskin kayalarla dolu dağları aştı. Artık düz bir yola gelebildiğinde kanatları epey yorulmuştu. Pençelerinin arasından düşmesin diye sıkı sıkı tuttuğu son iksiri de içti ve yeniden insana dönüştü. Kalan yolu yürüyerek devam etti.

En sonunda yıldızları bir ayna gibi yansıtan sığ bir suyun ortasında duran minik bir kulübeye ulaştı. Su o kadar hareketsizdi ki gökte duran her şey sanki ayaklarının altında gibiydi. Bileklerine kadar gelen suyun içinde ilerledi ve kapıyı çaldı. Kapıyı üçüncü çalışta bir çocuk açtı. Göknar karşısında bir çocuk görmeyi beklemediği için şaşırmıştı. Ama çocuk onun zihnini okuyordu. "Merak etme ben aradığın kişiyim." diyerek onu içeri davet etti. Göknar ne diyeceğini bilemez haldeydi. Bu kişi o kadar bilge olmalı ki zamanı geri almanın yolunu bulmuş olmalı diye düşündü. Bilge "İstedigin şeyin ne olduğunu biliyorum fakat bedelinin çok ağır olabileceğini bilmelisin." diye söze girdi. Göknar her şeyi bilen bilgenin aklını okumasına hala alışamamıştı. Yine de "Ne olursa olsun onu bulup dilek dilemek istiyorum. Bu kadar yolu onun için geldim." diye cevapladı. Bilge bunun sorumluluğunun ağır olacağını söylediyse de ondan yardım isteyen kimseyi geri çevirmediği için büyülü sözleri ezberlesin diye Göknara söyledi. Ve sözcükleri okurken içinde bulundukları yıldız gölünün güneyindeki sunakta durması gerektiğini ekledi.

Göknar uzun uzun sıralanan cümleleri ezberledi ve kulübeden çıkıp sunak taşına vardı. Sunağa bir deniz kabuğu bırakıp önünde beklerken sözcükleri fısıldadı. Ve üzerinde kıpırdanıp duran kuzey ışıklarına baktı. Sonra aniden her yer karardı. Göknar şaşkınlıktan dengesini kaybedip suların içine düştü ve hemen doğrulup oturdu. Su beline kadar geliyordu. Fakat ayağa kalkacak cesareti bulamadı. Çünkü zifiri karanlıkta kendi ayaklarını bile göremiyordu. Sonra birden bire gökyüzünün olması gerektiği yerden göle bir ışık damlası düştü. Bu hareket öyle sessiz ve etkisizdi ki suda bir kıpırtı bile yaratmadı. Göknar görebildiği tek şey olan bu ışığa doğru ilerledi. Adım atarken bir çukura düşmemek için dikkat ediyordu. Işığa yaklaştıkça bunun aslında bir kayık üzerinde oturan bir çocuk olduğunu anladı. Yaşadığı her şey gibi bu da şaşırtıcıydı.

"Sen de kimsin az önce neler oldu?" diye telaşla sormaya başlamıştı ki çocuk bir elini kaldırıp onu susturdu. "Beni çağırdın. Ve ben de geldim." dedikten sonra biraz duraksadı ve "İkinci sorunun cevabı: Bütün yıldızları yok ettin." diye ekledi. Bunun karşısında şok olmamak elde değildi. Göknar "bu nasıl olur? Ben sadece seni bulmak istemiştim.." diye sorguladığında çocuk daha detaylı bilgi verdi. "Beni bulmanın ağır bedeli bu. Onlara bakmadığım için yıldızlar yok oldu. Dilek hakkını kullandığında bütün büyüm bitecek ve geri dönemediğim için onlar da geri dönmeyecek." Yine biraz duraksayıp her şeyi anladığından emin olunca ekledi "Şimdi hayalini kurduğun en çok istediğin şeyi dileyebilirsin. Seni dinliyorum. Ve unutma bunun geri dönüşü olmaz sadece bir hakkın var."

Göknar'ın dili tutulmuş gibiydi. Etrafına bakınıp durdu fakat karanlıktan başka bir şey göremiyordu. Böyle bir dünyada en çok istediği şeylere kavuşsa bile mutlu olamayacaktı. En sonunda kararını verdi. Ve çocuğun gözlerine dikkatlice bakıp dileğini söyledi. "Görevine geri dönebilmeni ve bütün yıldızlarla beraber güneşi geri getirmeni istiyorum."

Ve hemen ardından müthiş bir ışık patlamasıyla yeniden dengesini kaybedip suya düştü. Işık katlanılır seviyeye indiğinde Göknar gözlerini açıp yukarıya baktı ve Yıldız Çobanı'nın çevresini saran ışıkla beraber geldiği gibi geri yükselip bir yıldız haline gelinceye kadar gökyüzünün ortasında küçülmesini izledi. Hemen sonra her yerde minik parlak yıldızlar geri gelmeye başladı ve en sonunda da nihayet çevresini yeniden görebildi. Ayın parıltısına bakılırsa güneş de yeniden gelmiş olmalıydı. Bilge yanına gelip onu sudan kaldırdı. Ve doğru karar verdiği için onu takdir etti. Ona daha iyi büyüler yapabilmesini sağlayacak özel bir asa hediye etti ve evine geri dönmesini kolaylaştırmak için gizli bir büyü kullanıp Göknar'ı ışınladı. İşte minik cadı Göknar'ın Yıldız Çobanı'nı arama macerası böyle son buldu.

Son

24 yorum:

  1. Acaba takip eden neymiş diye okudum. Kediymiş. Sonunda yüzümde gülümseme belirdi. Kalemine sağlık deep. :)

    YanıtlaSil
  2. Güzelmiş elinize sağlık:)

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten de ortak zihinle mi hareket ediyorlar kediler?
    Çok güzeldi bu hikaye, Deep. Kelimlerini de çok beğendim. Zaman bulursam yaparım inşallah :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yıldız.

      öyle olduklarını sanıyoruum :)

      Sil
  4. ilkay.

    dersler sınavlar ödevler demekkisi, kolay gelsin sana :)

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel yine... Ben kaç haftadır hep başlıyorum ama sonunu getiremiyorum bu kelime oyununun. Bu kelimelerle de başladım ama sonu gelecek mi bilmiyorum. Gelirse paylaşacağım :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kedi mırıltısı.

      hadi işallah maşallah :)

      Sil
  6. :-)) Baştan bir tedirgin oldum ama güzel bitti:-))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. szgnbsl.

      komik yazdığımı sanıyodum yaa :)

      Sil
  7. ahahah evde tek başına duruyor diye kızı takip edip vicdan yaptırmış :D bence de kedilerin zihinleri ortak çalışıyo olmalı belki uzaylı bile olabilirler :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sessiz gemi.

      ajin de olabilirler kikiriki :)

      Sil
  8. ilkay.

    pikiş, okuycem bugüns zatensi :)

    YanıtlaSil
  9. ilkay.

    hıms yine blog temizliği dabıyon seen :)

    YanıtlaSil
  10. yine muhteşemdi. Çoktandır katılamasam da etkinliğe çok yakında bende yazmak istiyoruuuum :)

    YanıtlaSil
  11. https://fairytaleess.blogspot.com/2021/05/yldzlar-kelime-oyunu-26.html

    sevgili ilkay ın yazısısı :)

    YanıtlaSil
  12. şimdilik görebildiğim 2 kişi olduk yazan

    ilkay
    dipsui

    :)

    YanıtlaSil
  13. Takip edenin kedi olması bayağı şaşırttı beni. Hiç beklemiyordum. Bir an köpek falan olabilir diye düşündüm ama kedi çok saf kaldı benim için sanırım:) Emeğine, kalemine sağlık çok güzel olmuş!

    YanıtlaSil