Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta beş kelime veriyoruz, bu kelimelerin de içinde olduğu öykü deneme şiir benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes beş kelime verebilir.
Haftanın kelimeleri: Fırtına/Nefes/Gölge/Pençe/Kabile
VAİNA 21
Kum fırtınası içinde nefes almaya ve gittiği yeri görmeye çalışırken kafasının içinde ismini “ritim” kelimesinden türetmiş bir müzik grubunun bir şarkısının piyano versiyonu çalıyordu. Tökezleyip düştüğünde yerinden kalkmaya çalışırken şarkı Vaughan’ın “Bir Aşığın Konçertosu”na değişti. Piyano sanki az ötede kum fırtınasının içinde bir yerdeydi de birisi rastgele çalışma yapıyor gibiydi. Başka bir köşede içinde kum dolu olan ritim enstrümanlarıyla iki kişinin ritim tuttuğundan emindi. Şifacıya seslendi ama arada bir duyduğu yardım çığlıkları dışında bir cevap alamıyor ve seslerin hangi taraftan ve kimden geldiğini de çözemiyordu. Fırtına tüm sesleri istediği yönde değiştiriyor gibiydi. Her tökezleyip düştüğünde aklında dönen şarkı değişiyor ve bunu durduramıyordu. Başına aldığı darbe yüzünden böyle olduğunu ve beyninin kontrolünü kaybettiğini düşündü. Aslında bir çeşit sinir krizi geçiriyor gibiydi. Nefesini kontrol edemediği için ihtiyaç duyduğu oksijeni alamaması da işi daha kötü hale getiriyordu. Hava zaten kararmaya başlamışken üzerine yağan kum gün ışığını iyice kesiyordu.
Tekrar tekrar seslenip birilerine ulaşmaya çalıştı. Bu sırada şifacının ona verdiği silahın geyik boynuzu kabzasına da sıkı sıkı sarılmıştı. O gölge canavarlarının kumların arasında dolaştığını hissedebiliyordu. Kumun içinde adeta yüzer gibi ilerlerken aslında yerinden kıpırdayıp kıpırdamadığını da anlayamıyordu. Kafası o kadar karışık durumdaydı ki ne gittiği yönü ne de ilerlediği mesafeyi kestiremiyordu. Tüm bu karmaşa ve belirsizlik içinde dehşete kapılmak üzereydi. Diğerleri neredeydi, gölge yaratıkları onlara ulaşmış mıydı bilmek imkânsızdı. O kadar hızlı nefes almaya çalışıyordu ki bu şekilde devam ederse bayılabilirdi. Başı dönmeye başladığında ve ensesinde keskin bir acı meydana geldiğinde kumların arasında hareket eden bir şekil dikkatini çekti. Başta onun şifacı olduğunu sanıp seslenmek üzereyken bir anda bunun kötü bir fikir olduğunu hissetti. Bir şekilde onun şifacı olmadığını anlamıştı. Şekil etrafında dönüyor, onu arıyor gibiydi. Bu sırada elinin kan içinde olduğu fark etti. Sonra bir kolunun devasa bir pençe tarafından yaralanmış olduğunu gördü ve bunu kontrol ederken aslında göğsünde de derin olmasa da aynı pençe yarasının usulca kanadığını şaşkınlıkla fark etti. Bunun ne zaman olduğunu bilmiyordu. Belki de az önce o kumların içindeki şeklin sahibi ile karşılaşmış ama o ana dair hafızasını kaybetmiş olmalıydı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken belli belirsiz bir ses işitti. Birisi ona sesleniyordu. Şifacı değildi. Belki de o şekil zihniyle oyun oynamaya devam ediyordu.
Fırtına gelmeden önce bahsettikleri kabileye ulaşabilmiş olsalardı bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Ne yapması gerektiğini düşünmeye çalışırken kumların içinden ulaşan ses yine “Lua!” diye onu çağırdı. Sonra bu sesin tanıdık olduğunu düşündü. Bu Ingrid’in sesiydi. O yaratık sahiden aklına ulaşıp onu delirtmeye çalışıyor olmalıydı. Sesin Ingrid’e ait olması imkansızdı çünkü şu an uykuda bile değildi. “Beni rahat bırak kahrolası!” diye bağırarak karşılık verdi. O şeyin avcunun içindeyken saklanmaya çalışmak boşunaydı. Öfkeyle adımlarını hızlandırdı. Nereye gittiğini göremese bile o şeyi bulup savaşmalı ve nasıl bitecekse bitmeliydi. Böyle yürürken bir yandan kafasındaki piyano çalmaya devam ediyor öte yandan sahte Ingrid sesleniyor ve o da “Kes sesini oyunculuğun berbat seni ucube!” gibi şeyler söyleyip dikkatini toparlamaya çalışıyordu. Sonunda ileride bir gölgenin kıpırtısız durduğunu fark etti. Sonunda onu yakalayabileceğini düşündü. Fakat bu şekil öncekinden biraz kısa boyluydu. “Her neyse” diye düşündü bu da bir oyun olmalıydı. Tüm hızıyla koşup şeklin üzerine atılacağı sırada son anda kendini durdurdu. Bu aradığı canavar değildi. Mia adlı köyden bir kız çocuğuydu. Yanında da yerde baygın yatan abisi Bun vardı. Kıza korkmamasını söyleyip Bun’u kontrol etti. Uykuda gibi sakin görünüyor ve düzgün nefes alıyordu. “Mia, başka kimseyi gördün mü?” diye sorduğunda kız ileriyi işaret etti. O yöne doğru baktığında gölge yaratıklarından birinin onlara doğru baktığını gördü.
O dakikadan sonra neler olduğunu tam olarak hatırlamıyordu. Yerdeki çocuğu bir çırpıda omzuna atıp Mia’yı elinden tutarak koşmaya başladıklarını hatırlıyordu. Koşarken Mia’nın tökezlediğini ve onu neredeyse uçurur şekilde sürüklediğini. Durmak için bir an bile vakit yoktu. Kız neyse ki çabuk toparlanıp koşmaya devam etmişti. O şey de hemen arkalarındaydı. Böyle koşarken nasıl olduysa kayalık bir uçuruma kadar tırmanmışlardı. En sonunda adım atacak bir yer kalmamıştı. Dikkatsizlik ve panik böyle anlarda büyük kazalar yaratırdı. Gözlerine kum dolup durduğu için beyaz yerleri tümüyle kanlanmış ve yanıyordu. Yaraları kan içindeydi. Kız elini sıkıca tutarken korkudan titriyor ve çığlık atıyordu. Bun hala baygındı. Uçurumu son anda fark etmişti. Bir ayağı çoktan boşluktayken diğeri de burkularak yan dönmüştü. Boşlukta bir an için denize düşmüş gibi hissetti. Sanki dalga yerine rüzgarın kuvveti onu kavramış ve yukarı doğru itebilirmiş gibi. Ama öyle olmadı elbette. Ağırlık merkezi sol omzunda Bun yüzünden dengesini koruyamaz şekildeyken kayıp gitmelerine engel olamadı. Düşerken Mia’yı da istemeden aşağı çekmişti. Kız ona sıkıca tutunmaya devam ediyordu. Ayakları yerden kesilip süzülürlerken yaratığın arkalarından yetiştiğini ve sivri pençelerini onlara doğru savurduğunu gördü. Ama zehirli keskin pençeleri onlara yetişememişti. Böylece yaratık tarafından öldürülmekten kurtulmuş olsalar da oldukça yüksek bir kayalıktan düşüyor olmaları oldukça trajik bir sondu. Başının çatlayacak gibi ağrıdığını hissetti. Düşmek neden bu kadar uzun sürdü anlamak zordu. Tüm hücrelerini yanıyor gibi hissederken yine Ingrid’in sesini duydu. Ona karşı olan sözünü tutamayacak olduğunu hatırladı. Burada bu şekilde her şey sona eriyordu.
Sonra çok tuhaf bir şey yaşandı. Bir anlığına zaman durmuş gibi geldi. Birkaç saniye için etraflarında dönen kum fırtınası dahil her şey havada öylece durdu. Ingrid’in bu kez kulağına fısıldadığını sandı. “Onları sıkıca tut” diyordu. Bu çok tuhaftı ama dediğini yapmadan edemedi. Bun ve Mia’yı daha sıkı tutup sarıldı. Mia da bayılmış gibi görünüyordu. Ardından teninin ürperdiğini ve sırtının karıncalandığını hissetti. Etrafındaki hava bir anda garip bir enerjiyle soğumuş gibiydi. Ve çevrelerini mavi bir enerjinin sardığını gördü. Şimdi de biri ona sıkıca sarılıyordu. İki yanında bir anda kocaman iki kanadın uçlarının sırtından öne doğru gelerek etraflarını sardığını gördü. Kanatlar düşüşü yavaşlatmak için aniden açılırken tüylerin havayı yırtışını işitti. Ingrid ona sırtından sıkıca sarılmış ve kanatlarıyla düşmekten kurtarmıştı. Zaman tekrar akmaya başlarken yavaşça havada süzüldüler. Ingrid’i tam olarak göremiyordu ama nefesini boynunda hissedebiliyor gibiydi. Boynunu olabildiğince zorlayarak geriye dönüp onu görmeye çalışsa da kanatlardan ve Ingrid’in uçuşan saçlarından başka bir şey seçemedi. Yere inince onu görebilmek ve sarılmak için can atıyordu. Şuan nasıl olup da ortaya çıktığını bir türlü anlayamıyordu. Yere yaklaştıklarında Ingrid “geri dönmek zorundayım” diye fısıldadı. Lua buna itiraz etti. Buraya dönmeyi başarmışken geri gitmek de ne demekti. “Ingrid burada değilim.” diye yanıtladı. “Bu sadece bir enerji yansıması. Bedenim olmadan yaşayanların arasında uzun süre kalamam. Parçalanırım. Zihninde güvendeyim. Ama ihtiyaç duyduğun anda burada olacağım.” diye açıkladı. Lua onun kanatlarının parçalanıyor olduğunu fark etti. Tıpkı Vaina ile savaşından sonra bedeninin yok oluşuna benziyordu. Lua’nın zihnine geri dönmezse gerçekten de yok olacaktı. Yere indiklerinde iki baygın çocuğu da kumlara sakince bıraktı ve sonunda karşısına geçen Ingrid’in enerji yansıması veya her neyse onu görebildi. Hatırladığından daha güzeldi. Kanatlarını saklamıştı. İkisi de hiçbir şey söyleyemiyordu. Ingrid daha fazla duramazdı. İlerleyip Lua’nın elinden tuttu. Bu dokunuş sanki bir buza dokunmak gibiydi. Ingrid’in enerjisi güneşten geliyor olsa da sıcak tonlarda değildi. Hatta uzun süre maruz kalırsa dokunuşu Lua’nın parmaklarını buza çevirebilirdi. Lua yine de geri çekilmedi. Elinden gelse gitmemesi için onu sonsuza dek böyle tutabilirdi. Hiçbir şey söyleyemeden sadece buruk bir şekilde gülümsediler. Ingrid kaybolmadan önce dudakları kısa bir süre buluştu. Lua gözlerini tekrar açtığında artık kaybolmuştu. Hala olanlara anlam veremese de Ingrid’in enerjisini içinde hissediyor olmak kafasını toparlamasını da sağlamıştı. Bir an önce hayatta kalanları bulup bu fırtınanın içinden çıkmaları gerekiyordu.
https://www.youtube.com/watch?v=TIhhCUp5oVI
Şarkıyı dinliyorum, ne kadar samimi. Bu arada 5 kelime akımına bende mi katılsam?
YanıtlaSilkadriye.
Silistediğin zaman katılabilirsin tabii :)
Merhabalar.
YanıtlaSilHer nefes aldığımda estirdiği fırtınanın gölgesi üzerime çöerkleniyor, adeta leşe üşüşen bir akbaba kabilesinin pençeleri yaralı yüreğimi deşeliyordu.
Selam ve saygılarımla.
recep altun.
Sileveet güzeeel :)
Uzun zamandır devam ediyor seri, çok azimlisin. Bu bölümde betimlemeler çok hoştu, kanatların açıldığı kısmı çok sevdim. :) İngrid'i gördük sonunda. Kalemine sağlık. :)
YanıtlaSilduygu emanet.
Silteşekkürleer :)
https://kagittandunyam.blogspot.com/2022/12/kucuk-bir-kesit-21-kelime-oyunu-102.html
YanıtlaSilsevgili ilkay ın yazısısı :)
Artık Ingrid'i görmekten umudumu kesmiştim, Hızır gibi yetişti. :)
YanıtlaSilBölüm bir hayli hareketliydi bir solukta bitti emeğine sağlık deep. Sondaki şarkıyı ne güzel yorumlamışlar. Ayrıca Sarah Vaughan'ı da dinleyiverdim. Hikayenin sonundaki duygusallığın süresini uzatmış oldum ;)
film gündemi.
Silingrid özletti kendini ivit :) şarkı ne güzel yaa :) vaughan da mükemmel ivit :)
ilkay.
YanıtlaSilbu bölümü yazdıktan sonra buldum şarkıyı. ne anlamlı şarkı o öyle. yakınlarını kaybedenler ile ilgili. ingrid evet tatlı o :) tenk yuu :)
Çok sürükleyiciydi:)
YanıtlaSildiary of meri.
Silsaool :)