22 Haziran 2023 Perşembe

KELİME OYUNU 115


Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta 5 adet kelime veriyoruz ve bu kelimelerin de içinde olduğu öykü, şiir, deneme benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes 5 kelime verebilir.

Haftanın kelimeleri: Karpuz/Böcek/Kelebek/Küf/Çamur


VAİNA 33


Karpuz…” diye yanıtladı. Bu ne düşündüğü sorusunun cevabıydı. Duvarda yürüyen kırmızı kabuklu ve benekli bir böceğin ağır adımlarını izlerken ve sıcak güneşten korunmak için sığındıkları ağacın gölgesinin pek faydası olmasa da biraz serinlemeye çalışırken zihninde asırlar kadar eski birkaç anının izleri tıpkı uçup kaybolmuş bir parfüm şişesine belli belirsiz sinmiş bir koku gibi dolaşıyordu. Ağustos böceklerinin kuru sazlar arasından yükselen sesi sağır ediciydi. Ağacın durduğu yerin toprağı düzeltilmiş toprak yola kaymasın diye oluşturulan duvar yakıcı olmayan bir sıcaklığa sahipti. Duvarın pütürlü yüzeyinde parmaklarını dolaştırırken yine çocukluğundan kalma anılar etrafında uçuşuyordu. Herhalde günün birinde böyle bir yerde otları ezerek oluşturdukları boyalar ile bir duvara veya kayaya çizgiler çekip taşlarla oynanan bilindik çocuk oyunlarından oynamış olmalıydılar. Beyaz bir kelebek sıcağı umursamıyormuş gibi yol kenarındaki çiçekleri tek tek dolaşıp özlerinden besleniyordu. Grachelle “Sorumluluklar ve sorunlar hakkında ne düşünüyorsun dedim ve sen gerçekten karpuz mu düşünüyorsun? Sana inanamıyorum!” diye çıkıştığında dönüp onun güneşten çil düşmüş yüzünü çevreleyen kıvırcık saçlarının arasına takılmış bir yaprağa bakakaldı sonra da onu alıp düşüncelerini toparlamaya çalışırken yaprakla oynadı. Kız kardeşi bazen gereğinden fazla dramatik oluyordu. “Bazen yapman gerekenlere odaklanıp etrafına hiç bakmadığın için hayattan zevk almayı unutabilirsin ve birçok şeyi kaçırırsın Grace… Bazen durup sadece bir kelebek olmayı isteyebilirsin. Hayat amacımın ne olduğunu bilmiyorum ama bir gün gözlerimi sonsuza dek kapatacak olduğumda keşke şunu da yapsaydım diye pişman olmadan yaşamak beni daha mutlu edecek. Bunu sen de denemelisin.” Grachelle onun tam olarak ne demek istediğini bilemiyordu ama haklı olduğunu hissediyordu. Yine de “Peki ama karpuz ne alaka şimdi?” diye sordu. Lua “Geçmiş ve gelecek arasında karmaşık düşünceler içerisinde ne zaman boğulsam canım karpuz istiyor, belki de büyükannenin evinde geçirdiğimiz yaz tatillerinin etkisi yüzündendir. Gidip biraz karpuz yemeye ne dersin?” derken yanıt vermesini beklemeden onu çekiştirip eve doğru koşturdu. Büyük macera yolculuğuna çıkmasına sayılı günleri kalmıştı ve kız kardeşi onunla gelemiyorsa vazgeçmesi için elinden geleni yapıyordu. Kocaman sulu bir karpuzu evden alıp aşağıdaki nehrin içine atmayı ve buz gibi olana kadar nehirde eğlenmeyi konuşarak eve koştular. Karpuz soğuduğu zaman yemesi daha güzel oluyordu. Eve vardıklarında havanın aniden karardığını fark ederek şaşkınlığa uğradı. Daha öğle saatindelerdi ancak şimdi neredeyse gece olacakmış gibiydi. Lua neler olduğunu anlamak için etrafına bakarken bir şey söylemek üzere kardeşine doğru döndü ancak az önce yanı başında olmasına rağmen onu bulamadı. Sonra aniden evin içinden bir çığlık yükseldi. Hiç düşünmeden kapıya koştu ve onu açmaya çalıştı. Kapıları normalde hiç kilitli olmazdı ancak şimdi ne kadar uğraşsa da açılmıyordu. Yumruklar ve tekmeler savurup dururken bir yandan da içeriye sesleniyordu. En sonunda kapı kırılırcasına içeriye doğru açıldı ve dışarıya keskin bir küf kokusu yayılırken Lua sendeleyip içeriye doğru dizlerinin üzerine düştü. Başını kaldırıp ileriye doğru baktığında gördükleri karşısında kalbi durmuş gibiydi. Karanlığın içinde siyah bir çamurla kaplanmış şekilsiz ve sayısız dokunaçlarıyla bir yaratık Grace’i yakalayıp yerden bir metre yukarıda öyle bir sarmıştı ki kız ne kıpırdayabiliyor ne de sesini çıkarabiliyordu. Çünkü dokunaçlar tıpkı avını boğan bir anakonda gibi nefes almasını engelliyordu. Lua ileri atılıp onu kurtarmak istediğinde kendisinin de bu zift gibi yapışkan ve kokulu siyah çamura kaplı dokunaçlar tarafından yakalandığını fark etti. Grace daha fazla dayanamamış ve gözleri kapanıp gitmişti. Lua aklını kaçıracağını hissediyordu. Çığlıkları ağzını kapatan ve kaburgalarını sıkıştıran yaratık tarafından susturulurken görüşü bulanıklaştı. Hala hareket etmeye çalışırken bir an için zamanın ve mekanın izini kaybetti. En sonunda gözlerini yeniden açtığında kendini uzun zamandır hiç olmadığı kadar rahat bir yatakta karanlık ve sessiz olsa da huzurlu kokularla dolu bir odada dinlenirken buldu. Gördüğü şey bir kabus muydu yoksa gerçekte yaşanan bir felaketin habercisi miydi anlaması epey güçtü. Kabus olması için dua ederek ayağa kalktı ve nerede olduğunu bilmediği için tedirginlikle ses çıkartmadan hareket edip karanlıkta kıyafetlerini ve şifacıdan ona kalan silahını aradı. Birileri yaralarını sarıp temiz bir fanila takımı giymesini sağlamıştı. Bu durumda tehlike içinde olmadığını varsayıyordu ancak yine de fazla rahatlamak aptallık olabilirdi. Zihninden Ingrid’e ulaşmaya çalıştı ancak son zamanlarda ona ulaşmak giderek zorlaşıyordu. Gücü azalıyor olmalıydı. Pencereye yakın duran bir berjerin üzerinde yıkanıp temizlenmiş kıyafetlerini ve silahını buldu. Üzerini çabucak değişirken iyileşip kabuk tutmuş onca yarası hala sızlıyordu son günlerde olanlarsa feci durumdaydı. Giyindikten sonra yumuşacık halının verdiği tatlı hisse hayret ederek kapıya doğru usulca adımlarla ulaştı. Kapıyı dikkatle araladığında alt katta süren bir konuşmanın fısıltıları duyulmaya başladı. Konuşanlardan birinin Dokhair olduğu aşikardı. Kum yutmuş gibi ama güçlü bir sesi vardı. Arada bir normal sesiyle konuşsa da genellikle fısıldıyordu. Diğeri onun toplantı sırasında bakışıp durduğu Thara olmalıydı. Lua ne konuştuklarını tam anlamıyordu üstelik dinlemesinin uygun olmadığı konusunda da rahatsız hissediyordu ancak aşağıda süren hararetli tartışma kendisiyle ilgiliyse bunu bilmek istiyordu. Fısıltılar anlaşılmaz karmaşık ve yoğundu. Lua odadan dışarıya doğru bir adım attığında bariz bir tokat sesi geceyi bıçak gibi keserken fısıltıları da beraberinde susturdu. Anlaşılan bu sadece iki eski sevgilinin kavgasıydı ve konunun Lua ile uzaktan yakından alakası yoktu. Thara “Sakın vazgeçişinin sonuçları yüzünden beni bir daha suçlama.” dedi. İşin aslı Dokhair ile nişanlanmış olmalarına rağmen iki tarafın da ailesi saçma bir kavgaya tutuşmuş ve ayrılmaları istenmişti. Dokhair hem kendi babası hem de Thara’nın babası rıza göstermediği için nişanı bozmuştu. Kanunlarına göre aileleri kavgalıysa ve rızaları yoksa evlenmeleri yasal olmayacaktı ve sürgün edileceklerdi. Dokhair için bu sorun olmasa da Thara’yı buna sürükleyemezdi. Ve yıllar sonra Thara şimdi aileler istediği için Vaâll ile nişanlanmak üzereydi. Soylu aileler arasında gerçekleşen düğünlerin pek azında aşk söz konusuydu ve Thara bu konudaki umutlarını Dokhair’in gidişinden sonra ateşe atıp yok etmişti. Zaten artık Thara’nın fikrini soran da yoktu. Vaâll gittikçe güç kazanan biriydi ve ailesi onu yanlarında görmek istiyordu. Her şeye rağmen vazgeçmekten de korkacakları biriydi. İkisini birbirine yakıştıran dedikodular yayıldıktan ve nişanlanmaları gerektiği herkesçe konuşulmaya başladıktan sonra iş işten geçmiş ve Vaâll için önemli bir politik mesele halini almıştı. Dokhair ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Onu sevip sevmediğini sorduğunda Thara “Onun yanında güvende bile hissetmiyorum ama biliyorsun bunun artık bir önemi yok bu yalnızca aileler için bir iş meselesi.” diye yanıtladı. Dokhair onun ay ışığı altında mermer gibi beyaz görünen boynunda asılı duran kolyeye baktı. Bunu ona o vermişti ve sevgisi tükenmediği sürece takacağına söz verdiğini hatırlıyordu. Kolyeyi görünce refleks olarak uzanıp ucundaki bir çift kanat figürüne dokundu ve “Hâlâ sende duruyor...” diye fısıldadı. Thara ne söylediğini bilmez halde birkaç kelime kekelerken Dokhair isterse engel olabileceği şekilde yavaşça hareket ederek uzanıp sıkıca sarıldı ve en sonunda dudakları birbirini buldu. Lua merdivenlere giden asma katta durmuş olanları izlerken dramatik bir romanın içine düşmüş gibi hissediyordu ve özel bir anı gizlice gördüğü için utanç duyuyordu. Bir eliyle aniden gözlerini kapatırken diğer eliyle etrafa tutunup yönünü kaybetmeden odasına dönmek istedi. Elbette tüm dramatik romanlarda olduğu gibi tahtalar uzun uzun gıcırdayarak orada olduğunu ilan etti ve Thara büyük bir korku duyup geri çekilirken Dokhair keskin gözleriyle onları izleyenin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Yeteneği sayesinde Lua’nın yanı başında belirmesi iki saniye bile sürmemişti. Onu bir savaşçıya ait olmayan güçsüz omzundan yakalayıp “Gizlice izlemen hoş değil evlat başkası yerine sen olduğuna sevinsem de gördüklerini unutmazsan unutturmanın bin tane yolunu bildiğimi biliyorsun elbette değil mi?” diye sordu. Lua başıyla onu onayladı ve aşağıya kadar sessizce inmesi talimatına uydu.

8 yorum:

  1. Ooo çok güzeldi bölüm, ne güzel yazmışsın. Betimlemeler, beklenmedik gelişmeler çok iyiydi. İlgiyle okudum, kalemine sağlık. :)) Lua ne kadar tatlı. :)

    YanıtlaSil
  2. Uzun zamandır okumuyorum bu hikayeyi. Orta yerinden dalmış bulundum ama bu bölümü okumak keyifliydi :) Yazdıklarını okumayı özlemişim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ilkay.

      saool :) kelime oyunu da yazarsın yine belki zamanlaaa :)

      Sil
  3. Geçen geldiğimde okumuştum hikayeyi ama gecenin bir vaktiydi uyku sersemliğime kurban gitti yorumum.
    İlk paragrafı merakla okudum Lua'nın ismini görene kadar bu merakım devam etti. Bu anlar keyif verdi bana :) Bir de Grace'le ilgili gelecekte gelişmeler yaşanabilir mi diye kafa yordum. :) Dokhair'i biraz daha tanımak hoşuma gitti.
    Emeklerine sağlık deep :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. film gündemi.

      heyoooo pekiiii saooool bakalımlıım :)

      Sil