(Feriha Hanım balıkçıda tanıştığı arkadaş grubuyla balık yiyip onların sohbetlerini dinledikten sonra eve gelmiş, erken uyumuş yorgunluktan, sabah da bayrak ile sohbete başlamıştı)
Feriha Hanım akşamın alaca
karanlığında eve dönerken markete uğradı, maden suyu, çerez, meyve aldı, sert Ezine
beyaz peynirinden bir kalıp kestirdi. Çerezi unutunca bayrak “sorumsuz lakayt”
diye başının etini yerdi. Market alışverişinden sonra
evin yolunu tuttu, kapıyı açarak içeriye girdi, salona doğru bağırdı:
“Hadi bakalım sevgili bayrağım, akşam yemeği yiyelim, sonra da çay çerezle TV izleriz”
“Çerezimi aldın mı?”
“Aldım efendim aldım!”
İçinden onun duymayacağı bir biçimde;
“Huysuz şey” diye fısıldadı.
Bayrakla ilk kez böyle aynı gün içinde kahvaltı ve akşam yemeği yiyorlardı.
“Nasıl geçti dün?”
“Sohbet ettik balıkçıda o bir grup arkadaş ile işte”
“Aynılar mı?”
“Nasıl aynı?”
“Yani eski yıllardaki gibiymişler?”
“E hayat törpülemiş tabii hepsini"
“Akıllanmışlar mı?”
“Biraz. Yaşlanmak ve geride bırakılan gençlik”
“Ne güzel bir şarkıdır o”
“Hangi şarkı?”
“Bizim Orson’un var ya hani “I Know What It Is To Be Young”
Feriha Hanım, bayrağın bu sözü üzerine kalktı, Kadıköy’deki antikacılarda bulup aldığı eski müzik dolabını açtı, içinden bir kaset çıkardı, setin tuşuna basınca küçük bir kapak kırk beş derece devrildi, kaseti içine yerleştirdi, kapağı kapattı, altındaki küçük tuşa basınca kaset dönmeye başladı;
“I Know What It Is To Be Young” şarkısı çalmaya başladı.
Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum
Fakat sen yaşlılığın nasıl bir şey olduğunu bilemezsin
“Şarkı böyle söylüyor”
“Evet”dedi sadece, başını önüne eğdi, uzunca bir vakit konuşmadılar.
İlk konuşan kaybeder diye bir oyun vardır ya yenilmeyi göze alıp devam etti;
“Onlar çok acı çektiler değil mi?”
“Kimler?”
“Yeşil parkalı çocuklar”
“Aslında sadece onlar değil bütün ülke acı çekti, çekiyor. Yıllar gelip geçiyor kimsenin yüzünün güldüğü yok. Otobüs duraklarına bak, solgun umutsuz suratlar, İtalyan gondolları gibi bize ait olmayan pabuçlar, tahta fırçasıyla taranmış jöle saçlılar. Çantasını göğsüne yapıştırarak yürümeye çabalayan ihtiyar teyzeler, çaresizliğin çocukları, iki dakika sonra cinayet işleyecek kılıksız varoş delikanlıları, saçma sapan korna çalanlar, barut fıçısı gibi sokaklar caddeler, koca koca plazalar, yürümeyen yollarda doğaya açılmayan pahalı cipler, plastik yüzlü gülemeyen kadınlar. Yazlık balkonlarında yalnız oturan egoist ev sahipleri.
Kafka’nın böcekleri gibi ceplerindeki kredi kartlarından başka dostu kalmamış insanlar. Değme tiyatro oyun yazarının yazamayacağı televizyon kadın programları. Halim bunlardan iyi diyerek ocakta yemeğini yakma pahasına televizyonun önünde kendini avutan ev kadınları.
Saçma sapan fiyonklu koltuklarla döşenmiş düğün salonları. İşsizlik, sokaklarda kavga eden evli çiftler, cep telefonlarında borçtan harçtan başka bir şey konuşamayan mutsuz erkekler ve telefonda kavga edenler, birbirlerine “aşkım” diyerek ortalıkta bağıran çağıranlar, üstelik aşkın sevdanın olmadığı bir memlekette yaşamak, en acısı bu” diyerek sustu, devam edemedi.
“Ne oldu yoruldun mu?”
“Yoruldum”
“Neden? “
“Yorulursun, bu ülke yorar insanı”
“Hadi çay koy o zaman, dinlendirir insanı çay”
“Biliyor musun sen benim bu dediklerime aldırma. Ne kadar kızarsak kızalım şöyle güzel bir çay içince hepsi geçiyor, bir de geceleri şu Boğaz Köprüsünden geçmek var ya, işte o an unutuyor insan her şeyi. Çünkü bütün güzelliği ile ışıl ışıl boğaz. Karadenizli yavuklusuna kavuşma telaşındaki bir genç kız gibi kıvrım kıvrım uzuyor. Yedi tepenin ihtişamı parlak taşlarla süslü, gökyüzüne asılı bir saray avizesi gibi. Gözünü sevdiğimin memleketi, bir başka güzel işte!
Ey güzel İstanbul ey! Nasıl bir şeysin sen. Biliyorum karanlık gecelerden gayrı artık hiç kimseyi de beklemiyorsundur. Beklediklerin beyaz atlara binip mavi bir yolculuğa çıktılar bile.
Sen benim kızgınlığıma aldırma, bizimki sevdadan başka bir şey değil sevgili dostum. Biraz da huysuzluk var serde, ne edelim yapımız öyle işte”
O gece ikisi de içlendiler, hüzünlendiler, iyi geceler dilediler birbirlerine ve uykuya daldılar.
Yalnız, gece tuhaf bir şey oldu.
(devam edecek)
(Not: Feriha Hanım, Moda'daki evinden Sarıyer'e balık yemeye gider. Yan masaya bir grup insan gelir. Birbirlerini eskiden tanıyan arkadaşlar yıllar sonra yine balıkçıda toplanmışlardır. Feriha Hanım da masaya oturur, onları dinler. Sonra evine gelir, son zamanlardaki en yakın arkadaşı, çocukluktan dostu eski solgun Türk Bayrağı ile sohbet eder)