30 Eylül 2021 Perşembe

UZAY MEKİĞİ




Uzay mekikleri uzaya giderken bazı parçaları bırakır, bu parçalar dünyaya düşer ya, sanki bazen o düşen kısımlarda kalanlardanmışız gibi hissederiz.

Mekik parçaları bırakır ve yoluna gider hep yükseklere, hedefine ulaşır, atmosferi aşar gider. Parçalar dünyaya düşer, o parçalar, hedeflerine ulaşamayanlar işte, aynı yerde kalanlar. Veya o parçalar, bizim başarısızlıklarımız, hep denediğimiz ama başaramadığımız, ulaşamadığımız isteklerimiz onlar.

Başaramayışımız da hep bizim yüzümüzden olmaz. Örnekse, sınava gireriz, sınıfın, kursun, en çalışkanıyızdır, bütün soruları çözebiliriz, sınavda başarılı olmayabiliriz ama. Veya, başarılı olsak da bir şekilde puanımızı kırarlar, o okula giremeyiz, ya da kazansak da bir işe giremeyiz veya atanamayız bir yerlere. Bunlar mekiğin parçaları.

Bu durumda belki kendimize kızarız, mekik olmaktansa bana yakışan kendimi bir helikopterin ayağına bağlamak deriz, ip de yüz yüzelli metre olsun, bizi ayağımızdan bağlasınlar araca, kafa üstü sallanalım aşağıya doğru, helikopter de yavaş yavaş gitsin, böylece uzaya gidemesem de belki beynime kan gelir de başarısızlıklarıma değil de önüme bakarım, geleceğe.

Sonra yine uzay mekiği olmaya karar veririz. Uzaya doğru yola çıkarız. Parçaları bırakırız, bunlar dünyaya düşerler, bunlar yaşadıklarımızdır, bunlarla işimiz bitmiştir, hatırlamak bile gereksizdir, bu parçalar bizim safralarımızdır. Bütün safralardan, gereksiz parçalardan kurtuluruz, arınırız, aşırılıkları, yükleri bırakırız, biz sadeleşmiş, her türlü fazlalıktan kurtulmuş bir mekik olarak göğe doğru yükseliriz, sade olsak da yaşama heyecanı ile içimiz ateşlidir, hayatı yakarak atmosferden geçeriz.

29 Eylül 2021 Çarşamba

KELİME OYUNU 9




ORMAN

Karşıma bir orman çıktı. Çok sık ağaçlar vardı. Yürümek için zordu. Ama yürüyüşüme devam ettim. Minik bir patika buldum. Otlarla kaplı bir patika. Dalgın dalgın yürüdüm.

Yürüyüş uzun sürünce dalgınlıktan hayal dünyasına geçiş yaptım. Hayvan sesleri, kuş sesleri ve çalı çatırtıları daldığım hayal dünyasını bozamıyordu. Umarım karşıma kurtlar, ayılar, yılanlar çıkmaz diye dua ediyordum. Aslında bunlar bile hayal dünyamı bozamazdı. Birkaç yüz yıllık yaşantımda neler görmüştüm ormanlarda, serseriler, silahşörler, periler, hayaletler, hortlaklar, cadılar, masum çocuklar, göçmenler. Kendimi korumak için birçok efsun öğrenmiştim. Halen de en yeni büyüleri, duaları ezberlemeye çalışırdım. Yenileri öğrendikçe eskileri de unutmak istiyordum. Efsunları da günümüze uyarlamak lazım. Kadim büyüler bu güne cevap veremeyebilir.

Uzun yaşantımda tanık olduğum savaşlar, paralel evrenler, kanlı sahneler, ölüler, gizemler, büyüler, sisler, dumanlar aklımda onarılmaz kalıcı etki bırakmıştı. Her durum, her ortam için kendi büyülerim de vardı ama bunlar bazen işe yarayamayabiliyordu. Bu durumlarda düştüğüm zor anlardan kurtulmak, iyileşmek için, yüz yıl kadar önce kadim şehirlerde, ormanlarda, dağlarda, köylerde mucizeleriyle ünlü, sihirleri ile ünlü büyücüleri, şamanları, din adamlarını, ermişleri, bilgeleri bulup onlardan yardım istedim. Onların iksirlerine, şifalı otlarına, kremlerine, büyülerine, dualarına , öğütlerine, cam kürelerine, üçüncü gözlerine rağmen, aklıma ruhuma girmelerine rağmen, aklımla ne sorunum olduğunu anlayamamışlardı, bırakın çözmeyi.

Efsanelerde, destanlarda, masallarda olduğu gibi ben de şifa bulmak için on yıldır yollardaydım. Sorunumu bulmak için çıktığım bu uzun yolculukta bir amacım da vardı ama ben bunu çoktan unutmuştum. Uzun uzun yürümek, dağları, köyleri, ovaları, tarlaları, ormanları, nehirleri, gölleri aşmak aklımdaki her şeyi silmişti, hedefimi bile unutmuştum, geçmişimi de. Aklımla ne sorunum olduğunu hatırlayamayacak kadar silinmişti hafızam. Elbisem, sopam, köpeğim ile yürüyordum sadece. Belimdeki kesede uğurlu taşlarım da vardı. Yollarda beni görenlerin bana deli gözüyle bakmalarına da alışmıştım.

Yolda, birçok yaralı hayvan çıktı karşıma, bazılarını tedavi edebildim, bazılarını ise öldürmek zorunda kaldım. Koyun, köpek, timsah, aslan leşlerine rastladım. Bir su birikintisinin içinde yaralı bir kurt ulumaya çalışıyordu. Onu acısından kurtarmak için bıçağımla öldürdüm ve derisini temizleyip yanıma aldım. Sanırım ondan korkan insanlar onu yaralamıştı.

Büyük bir gölün kıyısına geldiğimde kıyıda insanlar, kayıklar gördüm. Bir boru sesinin ardından hepsi göle atlayıp çılgın gibi karşı kıyıya doğru yüzmeye başladı. Yarışıyorlardı. Bir tür kutlama veya yarışma olmalıydı. İzleyen kalabalık ise neşeyle bağırıp çağırıyordu.

Gölün ıssız tarafına geçip yüzdüm, daldım, temizlendim, kıyıda biraz hareketler yaptım, bir tavşan avlayıp kızartıp yedim, yine yola düştüm. Nereye gittiğimi bilmeden.


SON


SEN

Yeşil yağmurlar yağacak

Ve günışığı gözlerinden süzülecek

Ansızın gülümseyeceksin bana

Gülüşün dünyanın en güzel şarkısı olacak

Bir kuş kanatlanacak yüreğimden

Kanatları göklerden mavi

Bir uçurtma eşlik edecek semamıza

Ağaçlar en güzel çiçeklerini senin için açacak

Güneş senin için parlayacak o vakit

Ay senin için doğacak

Ruhum nihavent makamında bir ezgi tutturacak

Denizlerde yakamozlar yanacak

Akşam sefaları sen kokacak

İki şekerli çayını içerken

Sonsuzluk işte böyle zaman bulacak


SON


LOFEİ

Ahşap bir evde yıllarını geçirirken tıpkı beraber büyüdüğü insanları yavaşça tanır gibi o evle de bir bağ kurup onun huyunu suyunu öğrenir insan. Hangi tahtaya adımını attığında gıcırdayacağını, hangi deliğin arkasında arı kovanı olabileceğini, hangi pencereden güzel bir gün ışığı gireceğini ve hangisinin açılıp kapanırken zorluk çıkartacağını, bacasının hangi aralıkla temizlenmediğinde kurumların sorun çıkartacağını, hangi odada çiçeklerin daha mutlu olacağını ve dahasını yaşayarak öğrenirdi. Her gün üzerinden defalarca geçtiği merdivenin korkuluğuna çocukken nasıl asılıp kaydığını ve dahası kendinden önce kimlerin ona tutuna tutuna aşağı inip çıktığını hatırladıkça eskise bile üzerine yeni bir cila attırarak kullanmaya devam ederdi.


Ahşap evleri süpürmek eskiden tam bir çileyken neyse ki şimdi elektrikli canavarlar tozları yutuveriyordu. Çamaşırlar ve bulaşıklar için de başka canavarlar vardı. Epey gürültü çıkartsalar da çiçekler ve kitaplarla ilgilenmek için daha çok zaman sunduklarından dolayı ettikleri naz niyaz katlanmaya değerdi. Lofei ağır yaratığı aşağı yukarı taşımak zorunda kalmamak için ikinci kata da başka bir süpürge almıştı. Orada işi bitince aşağı inip diğerini kullanıyordu. Neyse ki eski evler şimdiki zindanlardan epey genişti de bu canavarları koyacak epey alan bulmak mümkün oluyordu.


Aşağıyı süpürmeyi bitirdiğinde holdeki tavandan sarkan kafesinde süpürgenin sesini taklit eden muhabbet kuşu Hinata da çıldırmayı bırakıp sakinleşti. Lofei ona bir göz atıp 'tamam tamam haklısın ama bu kadar söylenme' diye kendi kendine kuşa cevap verdi. Genelde bütün gün yalnız olduğundan hep Hinata ile konuşurdu. 'Bugün ne yemek yapayım Hinata?' Veya 'Merak etme seni yemesin diye o kediye bahçenin köşesinde güzel bir ciğer verdim' gibi şeyler söyleyerek sanki bakışlarıyla da istediği cevapları alıyormuş gibi takılırdı. 'Sütçü çocuğu aramayı unutturma bana Hinata yine bayat süt getirmesini istemeyiz' diye söyledikten sonra kuşun yem kutusunu kontrol etti. Ardından iki büyük sürgülü kapıyı ardına kadar açarak gün ışığının hole girmesini sağladı. Evin alt kattaki bütün odalarında bu kapıdan vardı ve ister pencere isterse kapı olarak düşünülebilirdi. Yukarıda ise bazısı yukarı bazısı yana sürgülenen normal pencereler vardı.


Terliklerini ayağına geçirerek taş döşenmiş bahçe yoluna adımını attı. Ev bahçeden iki basamak yukarıdaydı böylece böcek ve su basmasına karşı dayanıklı oluyordu. Taş patikada ilerleyip evin diğer yanına doğru dolaştı. Orada küçük bir ağılın içinde tavuklar vardı. Onlara yanında getirdiği torbadan bolca yem serpip günün taze yumurtalarını topladı. Elbette bahçe meyve ağacı ve çiçek doluydu. Her gün bunlarla oyalanmak ona iyi geliyordu. O taraftaki başka bir kapıdan içeri girip cep telefonunu aldı ve oğluna akşam kaç gibi geleceklerini sordu. Oğlu şehrin merkezinde yaşadığı için bazen akşamları kendi oğlunu ve eşini de alarak yemeğe geliyordu. Yazları ise torunu tamamen Lofei ile yaşıyordu. Ona burada keman dersi veren ve İngilizce öğreten bir komşusu vardı, aynı zamanda da torunu onların bahçe işlerini yaparak aldığı eğitimin hakkını verip sorumluluk öğreniyordu.


Cep telefonunu yerine bırakıp minik bir radyoyu çalıştırdı. Eski şarkılar etrafı tatlı tatlı sararken yeniden evin içinden geçip ön bahçeye çıktı. Akşama yemekte pişireceği sebzeleri orada kurduğu minik masada ayıklayıp doğrayacak ve köşedeki ocakta odun ateşinde pişirecekti. Bahçede bir de minik bir kuyu ve önünde de suyun aktığı minik bir havuz vardı. Sebzeleri de hep orada yıkardı.


Oğlu şehirde yapılanlar yerine burada yediklerinin dünyanın en güzel tatları olduğunu söyler ve özellikle yeni ocakta değil de odun ateşinde yapılan yemekleri özlediğini söylerdi. Lofei yemek işlerini bitirdikten sonra komşularını ziyaret eder ve onlarla aşağıdaki ırmağın orada kurulu banklarda biraz vakit geçirdikten sonra yeniden evine döner, bahçe kapısını kilitleyip bahçedeki fenerleri yakar ve evi geceye hazırladıktan sonra güzel bir uyku çekerdi. Günleri hep böyle rutin ve huzurluydu. Akşamları, yetiştirdiği çiçeklerin kokusu bütün mahalleye yayılır ve herkesten bunun övgüsünü almaktan zevk duyardı. Mahalledeki çocuklarla da arası çok iyiydi ki bunda eskiden öğretmen olmasının etkisi büyüktü. Günün ilk yarısında epey yalnız olsa da hem komşuları hem de çocuklar sayesinde akşamları epey hareketli geçebiliyordu.


Sebzeleri ayıkladıktan sonra sepetiyle bir kenara kaldırdı, böylece akşama doğru hemen pişirmeye koyulabilecekti. Dışarı kıyafetlerini giyinip süslendikten sonra da cebine mahalle çocukları için şekerlemeler, minik erikler doldurdu. Sonra da ırmağın orada en sevdiği köşeye gidip oradakilerle sohbete daldı. Elbette çocuklar şekerler ve erikleri alırken karşılığında çok ilginç hikayeler anlatıyor böylece güzel bir oyun oynamış oluyorlardı. Güneş alçalmaya başladığında eve dönüp yemeği hazırladı. Oğlu torunu ve gelini tam zamanında geldi ve güzel bir akşam geçirdiler. İşte Lofei için hayat böyle sakin, yavaş ve huzurluydu. Tıpkı ırmağın üzerine eğilip yapraklarıyla gölge sunan ağaçlar gibi.


Son


TASARIM

Patronun simasına bakınca da ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Bazen yüzünü ekşittiğinde şimdi azarı yiyeceğim diyorum ama tebrik ediyor, bazen güldüğünde takdir edileceğimi sandığımdaysa alaya alıp baştan çalışmamı istiyordu. Adamın mimikleriyle duyguları örtüşmüyordu. Bu da bir çeşit hastalık olabilirdi nazarımda.


Sunumuma turuncu renk hakimdi ve böyle dikkat çekici bir tema kullanmak bazen her şeyi mahvedebiliyordu. Görseller birbiri ardına kayarken alnımdan da emeklerimin tecellisi ter damlaları kayıp gidiyordu. Üçüncü denemeden sonra çalışma bir kez daha beğenilmezse bu ayki maaş bordromun bu şirketten aldığımın sonuncusu olacağından emindim.


Son görsel de gelip geçtikten sonra ortalık bir iki saniyeliğine sütliman kesildi. Fakat o bir iki saniye bana bir ömür gibi geldi. Sonunda donuk bakışlarında hiçbir değişiklik olmayan adam bana "bravo! sonunda şirkete layık bir tasarımla karşımızda olmana sevindim." diye suratından düşenin aksini söyleyerek işten atılmamayı başardığımı ifade etti. Artık yeni tasarladığım yüzen otomobilin üretimini takip ederken yeni ecel terleri dökebilecektim.

Son

28 Eylül 2021 Salı

DEMONYAK 3

 



-Anne ben Marie Curie oldum, değil mi?

-Ne oldun ne oldun?

-Küri, hani bilim insanı, atomları buldu, radyum, polonyum.

-Radyoyu ben de kaybedip bulmuştum, hatırladın mı? Polonya’yı daha önce bulmuşlardır.

-Annee, zekamı senden almadığım belli işte.

-Peki peki, nolmuş bu Küriye?

-Ya anne, buldum ya hani, demonu içimden kovmak için reyhan şerbeti ve amonyak kullandık ya, önce reyhan şerbeti ile içimden çıkardık, sonra o hayalet gibi havada durunca üstüne amonyak sıçrattık, kayboldu, bunu ben buldum, artık herkes şeytan kovabilir. Artık, markette Domestos ve Perwoll’lerin yanında Demonyak da satılacak.

-Sen eve hep böyle birilerini mi getircen, o demon erkekti değil mi?

-Çok ayıp anne, ne demek istiyorsun sen yaaa? Şeytandı o, bana böyle şeyler söyleme bir daha, ölümü gör, eve neden şeytan getireyim.

-Ölünü mü göreyim, hımm bak bu iyi olabilir.

-Ayy anne kız, ölürsem bak ne güzel işte zombi olurum. Evde bol bol dans ederim.

-Kızım ne diyorsun sen, senden ne hayır gördüm ki, ölünden hayır göreyim.

-Yani istersen ölmem bak eve vampir erkek getireyim, ısırsın beni, sen öpmesini istemezsin, vampir olurum anne zombilikten iyi.

-Kızım sen işe gir çalış, böyle evde otura otura sen başka bir şey olcan, bence çoklu kişilik bozukluğu olcak sende.

26 Eylül 2021 Pazar

PHILIPPE DJIAN

 



Djian, Fransız yer altı edebiyatı yazarı. Yani bir anlamda karşı edebiyat, özellikle edebiyatın dışında kalma çabası içinde olanlardan. Yine de edebiyat tabii. Kendine özgü, biraz sert biraz esprili dili var ve genelde arızalı hayatları anlatıyor. Bu da bir seçim. Yer altı, öncesinde gelen Beat kuşağının devamı gibi. Djian, biraz Bukowski ve Henry Miller’ı andırıyor, dili Bukowski’den daha iyi, Henry Miller ise bu yazarların ustası.

Djian’in kitapları filme de çekiliyor ve en ünlüsü Betty Blue. Dilimize yaklaşık 9 romanı çevrildi. Ayrıntı Yer altı serisinden. Betty Blue, Yansımalar, Vay, Canım Cicim, Erojen Bölge, Eşiktekiler, Affedilmeyenler, İntikamlar, Sürtüşmeler.


VAY

Michelle, başarılı bir senarist ama özel yaşamındaki herkes sorunlu, babası, oğlu, eski eşi, aşkları, annesi, eski eşinin yeni sevgilisi, hepsi Michelle’in başını ağrıtıyor. Michelle, evinde tecavüze uğruyor ama bir kurban olarak hiç beklenmedik şekilde davranıyor ve sonu da yine hiç beklenmedik. İlginç hayat öyküsü. Djian genelde iş ve ekonomik durumu iyi olanların tuhaf hayatlarını yansıtıyor. Not:3/4


CANIM CİCİM

Evli bir yazar olan Denis, kitaplarından çok kazanamadığı için geceleri Denise adıyla gece kulüplerinde kadın kılığında dans edip para kazanmaktadır. Karısının babası ise sert ve otoriterdir ve Denis’i küçümser, az para kazandığı için. Denis, yazmak, gece dansları, karısı, karısının ailesi ve gece kulübündeki arkadaşları arasında sıkışıp kalır. Yine değişik bir hayat öyküsü, tuhaf ve komik. Not.3/4


YANSIMALAR

Marc adlı bir öğretmenin kız öğrencisi ölü bulunur, Marc öğrencileriyle ilişkiye giren öğretmenlerdendir. Suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan Marc bunun yollarını arar, bu arada bütün merakı kadınlardır, bütün derdi ilişki kurmaktır. Konu ilerledikçe bunun çocukluğundan kaynaklandığını öğreniriz ve roman bir drama doğru ilerler. Yine tuhaf yaşamlar. Not:3/4

23 Eylül 2021 Perşembe

DEMONYAK 2

 




Annecim, tamam, bak şeytanı çıkardık, gitti artık gelmez bir daha. Evlenme çağındasın, hadi artık evlen diyorsun bana ama bak işte çevremiz, senin de gördüğün gibi vampirler, zombiler, kurt adamlar, iblisler, hayaletler ile dolu. Ya evlendiğim kişi bunlardan biri çıkarsa, baştan anlamazsak. Biliyorsun, internetten her şeyi öğreniyorum. Ya paralel evrene filan gidersem eş durumundan.

Diyelim, bir vampirle evlendim. O gündüzleri uyuyacak, geceleri dolaşacak. Gündüz tabutta olacak. Ya çok kan içerse, kilo alırsa, tabuta sığmaz, tabutlar da pahalı, ayrıca şişman bir damat istemezsin herhalde. Seri katil olursa, ölüleri yatağımızın altına saklarsa, baza çekmez ölüleri, kırılır baza.

Mesela ben melek olsam, sen bana dikersin kanat, A101’den indirimden alırız, tamam, ama meleklerin işi zor, sürekli dolaşmak durumunda kalırım, yorulurum, biliyorsun melekleri sadece çocuklar ve körler görüyor, onlarla konuşmak lazım hep, ya uçarken düşsem, hani paten kayarken düşmek gibi, belimi incitirim, sonra sürekli pilates yapmam gerekecek, sonra bir süre de oturamayacağım. Melek olunca bir de hep şeytanlarla uğraşmam gerekecek. Ben insanların içinden kötülükleri çıkaracağım, şeytan tekrar geriye sokmak isteyecek, uğraş dur.

Melek olunca sürekli olarak yol masraflarım olacak, uçmaktan yorulurum, metro kartı kullanmam gerekecek. Belki melek olunca ama işe girebilirim, bir sirkte çalışırım, trapezci olarak, kolay iş olur benim için. Vampirle evlenirsem, ya içecek kan bulamazsa, kan değerleri düşerse, baş dönmesi ve uykusuzluk olur onda o zaman, gündüzleri uyuyamaz tabutunda, güneş de görmemesi lazım, takviye lazım, vitamin lazım olur, taze kan, ya çaresizlikten beni de ısırırsa, yani vampir bir kızın olsun istemezsin değil mi?

Ya da ya karşıma bir uzaylı çıkarsa, klon çıkarsa, uzaylı klon değişimi programı ile dünyaya gelmiş bir uzaylı, tam burslu, yurtta kalan bir uzaylı, yurt ise bir yanardağda ise, böyle bir damat da hoşuna gitmez senin, yurttan kaçıp bizim eve sığınırsa, ben ona aşık olursam, o hooo.

Senin durmaksızın Ayetel Kürsi okuman gerekecek, sana da zorluk olacak. Bir de zombiler var, zombiler Eski Roma’da başlamış. O zamanlar, insanları ölmüş sanıp mezara koyunca, mezarların içine ip sarkıtırlarmış, ucuna da bir çan bağlarlarmış, gömülen kişi uyanırsa çanı çalsın diye, bu şekilde hayata dönenlere zombi demişler, anneciğim, herhalde mezardan çıkan bir damat da istemezsin, değil mi?

21 Eylül 2021 Salı

DEMONYAK

 




Demonlar geldi bana. Sadece filmlerde olurlar sanıyordum, korku filmlerinde, hani çocuğun ruhuna şeytan girer ya onlardan, demon yani iblis, şeytan, şeytaaaaan, çocuğun bedenini ele geçirir. Çocuk gözlerini belertir. Saldırmaya başlar.

Sonra papaz gelir, elindeki haçla şeytan çıkarma ayini yapar. Latince bir şeyler söyler. Demian, demon, omen. Yani papazlar burada, rahipler neyse işte, bir demoncatcher oluyor, şeytan kovan. Rahip, çocuğa haç tutup üzerine okunmuş sular dökerken bir şeyler söyler, titrer filan, como agusta ne mey ura per casa, ameeen. Tütütütü.

Anne, nasıl çıkartıcaz bu içimdeki şeytanı. O zaman belki bir imam ve bir psikolog lazım. İmam bir şeyler okur, psikolog da içimdeki şeytanı ikna etmeye çalışır. Üstüme reyhan şerbeti dökerler veya karbonat, amonyak. Hah amonyakla olur. Şeytan kovan amonyak, demonyak.

Demonyak sayesinde belki şeytanı cehenneme göndeririz. Ama cehenneme, cennete girerken de heyet raporu istiyorlarmış artık. Yani kurula giriyorsun. Diş, göz, dahiliye, deri, göğüs, ortopedi, hepsine baktırıyorsun, psikiyatrist de inceliyor. Sağlık kurulundan sonra giriyorsun cehenneme, önce stajyer olarak bir süre kalıyorsun cehennemde.

Demonlar için hayat zor olduğu gibi artık vampirler için de zor. Örneğin dişlerin sağlam mı? Isıramayan bir vampir olmaz, gideceksin dişçiye, protez veya implant yaptıracaksın. Psikologa gitse bir vampir, doktorcuğum, ben ısıramıyorum artık, ısırırken vicdanım sızlıyor, tedavi edin beni, lütfen yine ısırayım, dese, evladım vampircim, artık ısırmasan öpsen olmaz mı, ama doktorcuğum, ısırmazsam nasıl yani kan içicem ki ama olmaz ki yani.

Zor dostum zor, zombilik de zor, bir kere zombi dansı, zombi yürüyüşü için kursa gitmen gerekiyor. Melek olmak için de estetik yaptırman gerekiyor, kanat diktirmen lazım, hazır kanatlar da var, monte ediverirsin. Öyle kalp kanatları ile olmuyor,

17 Eylül 2021 Cuma

İYİ HİSSETMEK VE TOURMAG

 



İYİ HİSSETMEK

En yeni dergilerden. Psikonet Yayıncılık’ın bu dergisi İyi Hissetmek bir psikoloji, edebiyat, sanat dergisi ve Şema Terapi alanında bir ilk.

Şema, ihtiyaç duyduğumuz şeylere ulaşabilmek için zihnimizin geliştirdiği düşünsel/duygular yapılar. Bu şemalar bozuk da olabiliyor tabii.

Derginin bu sayısının ana teması, cinsellik. Şemalar, aşk, ensest,  diziler, Mavi Sakal, Camdaki Kız, taciz, Mişima, arzu, psikolojik filmler, şemaları anlamak, modlarımız gibi konularda yazılar bulunmakta.

Yazarlar ise,psikiyatrist, klinik psikolog, uzman psikolog, uzman psikiyatrist, uzman klinik psikolog, uzman nöropsikolog,

Dergi, gerçekten de psikoloji, sinema, edebiyat bileşimi. Dergiyi okumak heyecan veriyor.


TOURMAG

Turizm, sanat, yemek dergisi.

Vizesiz ülkeler, mavi tur durakları, Galataport, müzeler, Lİmni Gölü gibi kısa yazılar ve bilgilerle başlangıç yapan dergi bu sayısında Balıkesir’i inceliyor, ilçeleriyle birlikte, her yönden, Kaz Dağları, zeytinyağı da dahil.

Ayrıca, İrlanda, Eskişehir, Kosova, Çeşme, Leros Adası, Perge, Kazıklı Köy, Necef Denizi gibi güzelliklerle devam ediyor dergi.

Keyif veren, mutlu eden, hayal kurduran dergilerden.

14 Eylül 2021 Salı

ETLİ KABURGALI FASULYE

 




Yarım kilo kuru fasulye

250 gram kaburga

250 gram kuzu kuşbaşı

2 orta boy soğan

2-3 yemek kaşığı çiçek yağı

2-3 yemek kaşığı zeytinyağı

Biraz salça ve istenirse biraz domates sosu, 1-2 tatlı kaşığı



Üç aşamalı yemek, tencere veya güveçte yapılabilir.

Akşamdan fasulye ıslatılır, sabah suyu süzülür, istenirse suyun bir kısmı süzülmeyebilir de. Tencereye alınır, yumuşayıncaya dek pişirilir, yeteri kadar su ile. Kenara alınır.

Bir başka tencereye, kırılmış kaburga, et, biraz çiçek yağı konur. Önce et ve kaburga mühürlenir, kavrulur yani, üzerine üç dört parmak çıkacak kadar sıcak su konur, biraz daha sıcak su gerekebilir pişerken, eklenen su hep sıcak olacak, beş dakika daha kavrulur, et pişmiş olur. Kenara alınır.

Ayrı bir tencereye, zeytinyağı, salça, istenirse domates sosu konur, soğanlar küp küp kesilip eklenir, kavrulur, fasulyenin suyundan da biraz eklenir.

Daha sonra da fasulye, bu tencereye dökülür, sonra da et ve kaburga, suyu ile birlikte, dökülür tencereye. Bir tatlı kaşığı tuz, biraz karabiber eklenir. On onbeş dakika kaynatılır.

(düdüklü tencere kullananlar, kaburga, et, çiçek yağı pişme aşamasında soğanları da ekleyebiliyorlar)






 

9 Eylül 2021 Perşembe

ANNEANNE

 



-Babacığım, ben büyüyünce anneannem ile evlenicem.

-Neden oğlum?

-Çok güzel yemekler tatlılar yapıyor, hikayeler anlatıyor, beni gezdiriyor, parka götürüyor, istediğim her şeyi alıyor, onun telefonundan oyun oynuyorum, işte o yüzden onunla evlenicem ben.

-Olmaz oğlum, sen büyüyünce başka biri ile evleneceksin.

-Olmaz, başkası ile evlenirsem, anneannenim  bana yaptıklarını yapcakmı o evlenceğim kadın?

-Bilmem, yapmaz herhalde, belki sen onun için yaparsın.

-Yok olmaz, yemek yapmayı bilmiyorum ki ben. Anneannem ile evlenmem en iyisi, benim için.

-Ya olmaz diyorum oğlum. Evlenemezsin anneannenle.

-Ya neden olmaz ki?

-Büyüyünce anlarsın.

-Anlamak istemiyorum ben evlenmek istiyorum.

-Olmaaaz.

-Ya neden olmasın ki? Sen annemle evlendin ama!

8 Eylül 2021 Çarşamba

KELİME OYUNU 8






Beş kelime vererek bu beş kelimenin de içinde olduğu öykü, şiir, deneme benzeri bir yazı yazma etkinliğimiz devam ediyor. Genelde öykü yazıyoruz daha çok. Belki öykü yazmak ve okumak daha keyifli olduğu için.

Haftanın kelimelerini veriyorum. Herkes beş kelime verebilir ve yazı yazabilir.

Kelimeler: Avcı/Mühür/Renk/Dakika/Aykırı


RÜYA AVCISI VE MADAM KUŞYUVASI


"Üzgünüm" dedi beyazlar içindeki kadın yuvarlak mercekli gözlüklerinin üzerinden yaşlı teyzeler gibi bakarken. Sonra kafasında sallanan kuş yuvasını ve kulağını kemiren mor tüylü yavru kuşu görmezden gelmeye çalışıp dikkatimi toparlayarak devamında söylediklerine odaklandım. "Bakın burada her şey belirlenmiş. Buna aykırı bir şey yapmam söz konusu bile olamaz. Bana verilen emirler doğrultusunda kayıt tutmaktan başka bir şey gelmez elimden." Bu sırada bankonun üzerine gürültüyle bırakırken etrafı bir toz dumanı sarmasına neden olduğu yedi bin sayfalık kahverengi deri ciltli kitabı gösteriyordu. ‘Rüya Değerlendirme Kılavuzu’ yazan ‘Hayal Meyal DÜŞGÖRÜR’

O sırada aklımda bin türlü soru dönerken en çok takıldığım bu kitabı neden ciltlere bölmedikleri oldu. Bunu nasıl okuyabiliyorlardı ki üstelik eni normal kitaplardan daha geniş olduğu için sayfaları çevirmek bir noktadan sonra işkence gibi olmalıydı. Kadın tiz sesiyle konuşmaya devam ederken dikkatimi kitaptan alıp yine kendi üzerine çekti.

"Getirdiğiniz rüya kriterlerin çok altında. Neredeyse hiç hayal gücü yok. Üzgünüm ama size on sekiz krediden fazla veremem ve rüyanızı bu şekilde kaydetmek zorundayım."

Tam bir hayal kırıklığına uğramıştım. Bu rüyayı görmek için gece ay ışığının odama girmesini sağlamış, saatin en doğru anında uykuya dalmış ve bundan önce de hayal gücümü zenginleştirmek için hayal kurarak uyumuştum. Geceleri en rahat çalışma zamanımken ben bu değerli dakikaları bu rüyayı görmek için harcamıştım. Fakat Madam Kuşyuvası ki bu onun gerçek ismiydi, rüyamın değersiz olduğunu söylüyordu.

"Bulutlar arasında uçan kuşlarla ay banyosu yaptım!" diye kontrolsüz bir tonlamayla itiraz ettim. Rüyamın hayal gücü içermediğini nasıl iddia edebilirdi? Fakat bana "Bulutlar sıradan, kuşlar sıradan, siz de sıradansınız! Eğer bulutlar pembe veya başka bir renk olsaydı kredinizi biraz yükseltebilirdim. Veya kuşların balıklar gibi yüzgeci ve sizin de solungacınız olsaydı… Fakat siz sadece uçmayı hayal etmişsiniz gerisi düpedüz sıradan bir rüya..." diyerek gittikçe tizleşen sesi karşısında şok geçirmeme neden oldu.

"İsterseniz bu durumu rüya bakanlığına bir dilekçe ile bildirip incelenmesini isteyebilirsiniz ve ayrıca daha kaliteli rüyalar görmek için rüyacıbaşından yardım alabilirsiniz. Kendisi koridorun sonundaki ofisinde takılır." diye ekledikten sonra tüylü kalemiyle bir şeyler çiziktirip durduğu parşömene deniz kabuğundan yapılma bir mührü tak diye gürültüyle basıp imzalamam için bana uzattı. İşaret parmağımı yalayıp imzalamam gereken yere iyice bastırdım. Ne kadar tuhaf olsa da burada imza böyle tükürükle atılıyordu. Kağıdı ona geri verdikten sonra ağzı açık duran bir istiridyeyi bana doğru uzattı. Bu canlı bir istiridyeydi ve yumuşak dokusuna işaret parmağımı hafifçe bastırmam gerekiyordu. İstiridye parmağımın ucundaki deri altında bulunan öğrenci kimlik çipini tanımlayıp sisteme iletiyordu. Böylece on sekiz kredimi çipe tanımlatmış oldum. Böyle giderse asla mezun olamayacak ve Madam Kuşyuvası ile ömür boyu böyle çekişmek zorunda kalacaktım. Bir gün rüya bakanlığında görev almak istiyorsam daha kaliteli rüyaları nasıl bulacağımı ve yöneteceğimi öğrenmeliydim. Bunun için kampüse dönmeden önce rüyacıbaşına görünmemin iyi olacağına karar verdim. Bir rüya avcısı hiç de kolay yetişmiyor dostlar.

Son.

SHİLA VE MİNİK DENİZ KIZI (Eitha 13)

O zamanın gençleri şimdinin eskileriydi ve kayıkçının kayboluşu hakkında artık minik çocuklara korkunç hikayeler anlatmak en büyük eğlenceleri olmuştu. Elbette asıl gerçeğin bir kısmını, onu, gerçekten denize açılan kayığının üzerinde yanındaki peri kızıyla gençleşmiş halde bir anlık bile olsa son kez görenler dışında yalnızca kayıkçı biliyordu. Peri kızı Shila ile mağaradan kaçması konusunda sözleştikten sonra bir ömür boyunca görememesinin nedenini sabırla bekleyişinin sonunda öğrenmişti. Ve ona kavuşmak, gözlerine bakıp dudaklarından adını işitmek perinin kalbindeki sihrin etkisiyle onu ilk kez görüştükleri zamanki kadar gençleştirmiş ve kaybolan yılların telafisini hediye etmişti.

Talihsiz Shila o seher vaktinde ertesi geceye kadar son kez ayrı kaldıklarına ve sonsuza dek yan yana kalıp dünyayı dolaşacaklarına söz verdikten sonra mağaraya geri döndüğünde bir süredir aklından çıkmış olan kabuslarıyla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Onun mağara sisteminden çıkmanın bir yolunu bulduğunu ve yasaklara karşı geldiğini anlayan peri halkı suçlayan ve öfkeli bakışlarıyla bir anda etrafını sarıp onu kıskıvrak yakalamıştı. Mağaradan dışarı çıkarak perilere göre en büyük günahı işlemişti ve bundan arınmanın hiçbir yolu yoktu. Onu cezası belirleninceye dek bir çukura kapatmışlardı. Sorgulanması acı dolu ve uzun bir süreçti. Bu süreç sırasında Shila'nın bir bebek bekliyor olduğu gerçeği ortaya çıkınca bu durum cezasının ertelenmesini gerektirmişti. Periler yalnızca aşklarının kalplerindeki sihri nedeniyle bir bebeğe kavuşurlar fakat doğuma kadar karmaşık ve yıllar süren bir süreçten geçerlerdi. Yeni doğacak olan bu perinin Shila'nın kurallara karşı gelme suçlarından bağımsız ve topluluğa ait olduğu kararlaştırılmış ve o doğuncaya dek Shila'ya zarar vermeden fakat esaret altında tutulmuştu. Yıllar yılları kovalarken Shila'nın yası doğumu olabildiğince geciktirmişti. Sonunda doğum gerçekleştiğinde peri halkı bir kez daha hayretler içinde kalmış ve onların nazarında yeni bir sorunla karşılaşmışlardı.

Perilerin yalnızca kalplerindeki büyü sayesinde bebek sahibi olmalarının yanı sıra bebeklerinin özellikleri de onların arzularına göre şekillenirdi. Hemen hemen herkesin aklındaki ideal peri özellikleri belli olduğundan birbirinden çok farklı yeni bireylerle karşılaşmak pek olası değildi. En fazla kanat renkleri farklı olur, boylarının uzunluğu gibi basit değişiklikler görülebilirdi, bu nedenle bütün periler nerdeyse birbirinin aynıydı. Fakat Shila bu güne kadarki en farklı periyi dünyaya getirmişti ve bu konuda ne yapılması gerektiğini hiçbiri bilmiyordu. Shila'nın büyüsünden doğan peri bir denizkızıydı.

Bu son derece şok edici durum karşısında derhal yaşlılar meclisi toplandı ve Shila ile yeni peri hakkında ne yapılması gerektiği bir kez daha tartışıldı. Tüm bu olanlar yıllar sürdüğü için kayıkçı saçları bembeyaz olana dek umudunu kaybetmeden onu her gün aynı yerde beklemişti. Hayatları boyunca buna benzer hiçbir olay yaşamamış olan perilerin karar vermesi oldukça zor olsa da sonunda bir ceza bulmayı başardılar. Shila o çok korktuğu derin şelaleye atılmayacaktı. Kuralları aştığı için cezası peri toplumundan dışlanmak ve acı içinde yaşamak olacaktı. Böylece derin şelaleden daha kötü ve korkunç olduğuna inandıkları dışarı dünyaya gönderilmesinin onun için en ideal ceza olduğuna karar verdiler. Yeni doğan perinin de topluma ait olamayacak kadar farklı ve büyüdükçe Shila gibi hatalar yapmaya açık olduğunun ortada olduğunda hemfikir oldular. Fakat onu Shila'ya vermeyecek ve cezasının ‘acı içinde bir ömür’ içeren kısmını gerçekleştirmiş olacaklar, denizkızını ise masumiyeti sebebiyle kendilerinden uzak ama mutlu olacağı bir hayata göndereceklerdi. Elbette bir peri olarak dünyaya geldiğini asla bilmeyecekti. Tüm bu olanlar toplum düzenine karşı gelmeyi aklının ucundan geçirebilecek olan genç perilere birer ibret olacaktı. Perilerin Shila gibi masum ve iyi yürekli olanları olduğu gibi ona bu cezayı verenler gibi karanlık yürekli olanları da vardı fakat insanlar peri masallarından bunu asla öğrenemezlerdi.

İşte böylece cezası belirlenen Shila serbest bırakıldı. Onu derhal mağaradan dışarı attılar ve girişi bir sihirle mühürlediler. Artık ne arkadaşlarını ne ailesini ne de sihriyle yarattığı minik denizkızını bir daha göremeyecekti. Minik denizkızının kuyruğunu bir başka sihirle gizleyip ona bir çift bacak verdiler ve iyi bir hayat yaşayabileceği bir yer bulmak için kahinlere danıştılar. İçlerinden en yaşlı olan peri sonunda mağara gölünde zaman zaman ziyaretlerine gelen deniz hayaletleriyle anlaşmaları gerektiğine karar verdi. Deniz hayaletleri kaderinde bir karmaşayla dünyaya gelen bu zavallı peri kızını yanlarına alıp insanların dünyasına götürmeye söz verdiler. Hayaletlerin arasında günler süren bir yolculuğun sonunda insanlara ait bir yelkenli geminin yakınlarında bir sepetle su yüzüne bırakılan bu minik denizkızı gemide seyahat eden zengin bir tüccar tarafından bulundu ve ilk bakışta tüccarın kalbini kazanıp ailesinin yeni üyesi olmayı başardı. Böylece ona Eifur adını verdiler.

Bölüm Sonu

Not: Daha önce yazdığım bir Peri Kızı ve Kayıkçı hikayesi vardı. O hikaye de Eitha hikayesine bağlanmış oldu. Meğerse Eifur'un gerçek annesi bir peri imiş. Şimdilik, Eitha ile alakası belli değil.

NİOBE

Yeni bir yere alışmakta daima zorlansa da her zaman bunun üstesinden gelebilirdi. Öğrenciliği boyunca göçebe bir hayatı olmuştu. Yeni yerler yeni insanlar veya yeni uzaylılar demekti. Çoğu zaman bu durum ufuk açıcı tanışmalar ve güzel dostluklar biriktirmek anlamına gelse de kimi zaman şansının yolunda gitmediği de oluyordu. Çıkarlar uyuşmadığında daima sırtından bıçaklanan kendisi olurdu. Buna alışmıştı. Artık umursamıyordu. Canlıların doğasını kabul etmeyi öğrenmişti. Sırtındaki bıçakları kendi eliyle çekip yere atar ve yoluna devam ederdi. Asla kin gütmezdi. Karşılık vermiyor oluşu aksini yapmaktan daha can alıcıydı. Derler ki birinin nasıl bir kişiliği olduğunu bazen yıllar boyu anlayamazsın. Bunun için onunla epey vakit geçirmen, aynı sofraya oturman, beraber seyahat etmen veya aynı yerde kalman gerekir. İşte yurtlar bunun için biçilmiş kaftandı. Ve şimdi yeni eğitim döneminin ilk haftasında yeni bir yurt odasında uyurken, daha buraya yeni gelmişken insan en azından ilk haftadan düşman kazanmayı beklemezdi. Ne derler bilirsiniz uzayda kimse dünyalı değildir o yüzden normal diye bir şey de yoktur. Ki zaten duyduğuna göre dünyada da bundan aşağı kalır olaylar yokmuş.

Uykusunda huzursuzca kıpırdanırken belki de bilinçaltı her şeyin farkında olarak onu uyandırmaya çalışıyordu. Fakat gerektiği sırada uyanmadı. Yabancı bir el ona uzandı. Dikkatli şekilde sol bileğini kavrayıp havaya kaldırdı ve bileğinin altına bir şey yerleştirip dikkatlice o şeyin üzerine bıraktı. Nesne bileğinden dirseğine doğru yaklaşık altı santimetre genişliğinde ve üç santimetre kalınlığında organik metalden yapılma bir kelepçeydi. Organik metaller dünyada bulunmayan yeni keşfedilmiş gezegenden koloniye getirilen madenlerdi. Dünyada bilinen metal organikler ile alakası yoktu. Bunlar hafızası olan ve bir şekilde yaşayan metallerdi. Karbondioksit solunum yaparken bir yandan da bazı böceklerle simbiyotik ilişki kuruyorlardı. Neyse ki biyoloji ve kimya ortak dersini değil trajik olayın detaylarını konuşuyoruz. Yoksa bu garip nesnenin yaşam döngüsünü uzun uzun anlatabilirdim.

Kelepçe üzerine bırakılan kolu hissedip bir anda canlılık belirtileri gösterdi ve kıvrılıp bükülerek hareket edip kızın kolunu usulca sardı. En sonunda iki yakası kavuştuğunda sımsıkı kaynaştı ve birleşme yerinden eser kalmadı. Bu arada nesnenin yüzeyi pürüzsüz değildi. Çeşitli büyüklüklerde gözenekleri vardı ve bir çeşit ağaç kabuğunu andırıyordu. Rengi de toprak tonlarındaydı. Yabancı kızın başında bir süre daha durup eserini sırıtarak seyretti. Sonra da geldiği gibi sinsice karanlıkların içinde kaybolup gitti.

Sabah olduğunda Niobe büyük bir baş ağrısının yanında kolunda yanıcı bir hisle karşı karşıyaydı. Gözlerini korkuyla açarken neler olduğunu bilmemenin verdiği panik ve dehşetin pençesine çoktan düşmüştü. Beyninde yanıp sönen zonklamalar arasında kolundaki garip nesneyi ve kendisine neden acı verdiğini anlamaya çalıştı. Onu bileğinden söküp atmaya çalışsa da hiçbir şekilde bunu başaramadı. Koluna zarar vermeden onu kırmanın bir yolu olup olmadığını düşündü. Bunu nasıl yapacağını da bilemiyordu. Köşede yerde bir çekiç gördü. Onunla bu işi başarabilir miydi emin değildi. Kolundaki yakıcı acı gittikçe artarken sanki kemiklerine kadar uzanan kıpır kıpır bir şeyler varmış gibi oluyordu. Çekiçle vurmadan önce nesnenin kenarından içine göz attı. İşte o anda attığı çığlıkla başındaki ağrının aniden şiddetlenmesi karşısında düşüp bayılabilirdi. Midesine fil oturmuş gibiydi. Dün gece yediklerini daha fazla içinde tutamadı.

Odayı paylaştığı kızlardan biri çığlıkları duyup koşarak geldi. Neler olduğunu başta anlayamasa da Niobe'nin kolundaki nesneyi görünce sanki ona aşinaymış gibi korku dolu bakışlarla ortada öylece kalakaldı. Hemen sonra Niobe'yi omuzlarından tutup yatağa oturmasını sağladı. Ona bir bardak su getirdi ve öncelikle ağlamayı kesip sakinleşmesini söyledi. Niobe o şeyin içinde gezinen yüzlerce böceği gördükten sonra hala bayılmamış olduğu için şanslı olup olmadığını bilemiyordu. Fakat Niobe'nin habersiz olduğu ve arkadaşı Henna'nın bildiği daha korkunç bir gerçek vardı ortada. Ve bu, kolunda böceklerin gezmesine oranla gerçekten daha berbat ve durdurulmasa kötü şeylerin olacağı gerçeğiydi.

Niobe bileğini kendinden uzakta tutmaya ve ona bakmamaya çalışırken diğer elindeki suyu içti. Bu sırada bunun başına nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu. Henna uzay biyolojisi öğrencisiydi. Yatağının kenarında duran çantasına koştu ve içinden deneylerde kullandığı cımbıza benzer bir aleti çıkarttı. Niobe'ye bakmamasını söyledi. Ardından nesnenin kenarından elindeki alet yardımıyla içeri uzanıp hamamböceği büyüklüğünde bir uzay örümceği yakaladı. Kalın kabuğunun altında kanatları olan bir örümcek türüydü bu. Kabuğu kırmızıya yakın bir renkti. İki gözü vardı. Dişi ve hamileydi. Bu örümcekler yavruladıklarında felç geçirip öylece kalıyordu ve yumurtaları kendi gözlerinin içinde gelişiyordu. Yavrular anne örümcekten beslenip onu tüketiyor ve gelişimlerinin son aşamasında gözlerden fışkırarak etrafa dağılıyordu. Bu sırada en yakında bulunan başka bir canlıya ulaşıp gelişimlerinin ikinci evresini o canlının gözlerinde tamamlıyorlardı. İşte asıl korkunç mesele buydu. Henna örümceğe bakınca yavruların dışarı çıkmak üzere olduklarını anladı. Numune kaplarından birine yakaladığı örümceği kapatıp diğerlerini de avlamaya çalıştı. Fakat bu şekilde bitecek gibi görünmüyordu. Bu yüzden bir yandan elinden geleni yaparken diğer yandan koloni kriz yönetim birimini aradı. Niobe'nin kolundan bu şeyi çıkartamazlarsa onu karantinaya almak zorunda kalacaklardı.

Ekipler hızlıca gelip Niobe'yi bir sedyeye aldılar. Bileğine bir koruma geçirip örümceklerin etrafa yayılmasına karşı önlem aldılar. İkinci bir ekip bütün odaya ilaç püskürtmeye başlamıştı bile. Henna'nın da bulaşma riskine karşı onlarla gelmesi gerektiğini söylediler. İki kızı da binadan çıkartmadan önce kendileri gibi oksijen maskesiyle donattılar. Basınç odasının kapısı kapandıktan sonra içerideki oksijen düşürüldü ve dışarıyla dengelendi. Daha sonra ikinci kapı açıldı. Ve işte dışarıda onları bekleyen uzay ambulansı ışıl ışıl karşılarındaydı. Saat sabahın ilk saatleriydi fakat gökyüzü dünyadakinin aksine simsiyah ve yıldızlarla doluydu. Oksijensiz ortamda ses olmamasına alışmak zordu. Adım sesleri bile yoktu. Neredeyse süzülerek araca ulaştılar ve kapılar kapanırken içlerinden her şeyin yoluna girmesini dilediler.

Son..

RÜYA AVCISI GÜNLÜKLERİ (Rüya Avcısı ve Madam Kuşyuvası 2)

Bir rüya avcısı olmaktan daha zor bir şey varsa o da rüya perisi olmak olabilir. Ve Madam Kuşyuvası'ndan daha zor biri varsa o da Profesör Okaliptus Aklıbulut'tur. Kendisi Rüya 102 ve Bilincin Akışkan Momentumunda Etkili Müdahale derslerini veriyor. Bu dersleri Rüya Periliği okuyanlarla Rüya Avcılığı bölümündekiler ortak alıyor. Aslında ikisi de birbirine çok yakın meslekler. Rüya Avcıları hayal güçlerini kontrol ederek rüya yaratmayı ve kontrol etmeyi öğrenirken Rüya Perileri ise her türlü rüyanın içine sızıp daha önce kendilerine gelen kehanetleri rüya sahibi için görülen rüyaya işaretler halinde bırakmaya çalışırlar. Bir nevi medyum gibi..

Yani aslında iki meslek istenilen durumda bir ekip işine dönüşebilir. Bu ortak dersler sayesinde Bay Okaliptus'a ve Madam Kuşyuvası'na tahammül etmemi sağlayan eğlenceli aktiviteler ve uygulamalar deneyimlerken bir taraftan da geleceğin perilerinden arkadaşlar ediniyorum. Hatta bir peri arkadaşımla o kadar iyi bir uyum yakaladık ki ortak etkinlikler ve ödevler yapıldığında herkesten daha hızlı ve pratik yollar bulmayı başarabiliyoruz. Hatta aynı rüyalar üzerinde çalışırsak Bay Okaliptus fark etmeden birbirimizin açığını kapatabiliyoruz.

Elbette işin zor yanı her ders için farklı deneklerin getiriliyor olması. Çünkü her biri yeni ve bilinmez birer zihne sahip olduğu için aynı süreçleri farklı yollardan ve zorluklardan deneyimliyoruz. Rüya avcıları olarak rüyaları önce kendimiz yakalar ve sonra bu rüyaları geliştirip insanların görmesini sağlarız. İyi geliştirilmemiş rüyalar çok ciddi sorunlara sebep olabilir. Rüya algısını bilinçaltına iyi veremezsek bir kişinin delirmesine yol açabiliriz. Ve bundan daha kötü sonuçlar da olabilir. Bu nedenle eğlenceli bir bölümde okuyor olduğumuz halde oldukça da sorumluluk ve stres yüklüyüz. Hatta ilk deneylerimizde deneğin bilinçaltında kaybolup çıkamamıştım ve beni Bay Okaliptus geri getirip bir de güzel azarlamıştı.

Perilerin işi ise daha zor çünkü rüyalara mesajlar yerleştirirken rüyayı gören tarafından fark edilirlerse zihin kapanlarında kalıp uzun süre kurtulamayabiliyorlar. Ayrıca rüyayı görenler onları gelecek hakkında bin bir türlü soruya maruz bırakıyor. Bunun kadar büyük bir işkence olamaz. Neyse saat kaç olmuş artık derse gitmeliyim yoksa vizeden düşük not alacağım.

Son


7 Eylül 2021 Salı

HAKLI OLMAK

 



Haklı olmak, hayatta hiçbir işe yaramayabiliyor.

Tolstoy’un bir öyküsü var. Evli bir adam, iş gezisine çıkıyor. Bir otelde kalıyor. Fazla da oda yok otelde. Gece yan odada bir cinayet işleniyor. Sabah bu adamın odasına polis geliyor. Adamın çantasından kanlı bir bıçak çıkıyor. Polis adamı tutukluyor. Adam, cinayet işlemediğini, kanlı bıçaktan haberi olmadığını söylese de ona kimse inanmıyor.

Hapse atıyorlar, 26 yıla mahkum oluyor. Karısı da onun suçlu olduğuna inanıp adamı terk ediyor. Uzun yıllar geçiyor. Hapse bir adam geliyor. Bu adamla konuşuyor, arkadaş oluyor. Sonra da adama itiraf ediyor. Yıllar önce o cinayeti işlediğini, kanlı bıçağı da adamın odasına girip çantasına koyduğunu söylüyor.

Adam, ben artık her şeyimi kaybettim, işimi de eşimi de diyor, pek önemi kalmadı bu itirafının. Ama katil olan, vicdanının sızladığını belirtiyor, bundan kurtulmam lazım diyor ve bir mektup yazıyor ilgili yetkililere. Daha sonra adamın suçsuz olduğu anlaşılıyor. Adamı hapisten çıkaracaklar ama adam bunu öğrenemeden ölüyor.

Böyle örnekler gündelik yaşamda da var. Diyelim, yolda bir adam arabasında 50 km hızla gidiyor ve karşıdan sarhoş bir adam da 100 kim hızla gelip bu adamın arabasına çarpıyor, adam ölüyor, sarhoş ise hayatta kalıyor. Adam öldüğü için suçsuz olduğunu kanıtlaması zor. Sarhoş adam suçsuzluğunu iddia edip kurtulabiliyor.

Veya, diyelim bir adam arabası ile gidip motorunda duran bir adama çarpıp öldürüyor. Adam, güçlü, zengin. Uğraşıp, suçsuz olduğunu kanıtlayabiliyor. Polis burada suçsuz ve haklı olsa da öldüğü için çok zor kanıtlaması.

Yani, haklı olmak bu dünyada insana bir yarar sağlamayabiliyor.

4 Eylül 2021 Cumartesi

KLASİKLER

 



FENİÇKA

Salome

İş Bankası Yayınları

Yaklaşık 120 yıl önce yazılmış bu roman, bir kadın tarafından yazılmış ve kadınları anlatan bir tür feminist eser olarak görülebilir. O dönemin Rusya’sı da İngiltere gibi oldukça geleneksel ve tutucu imiş romandan anladığımız kadarıyla. Kadınların sokakta bir erkekle yürümesi iyi karşılanmıyor.

Fenya ise Almanya’da üniversite okuyup ülkesine dönen ve öğretmenliğe başlayan modern, biraz da asi ve bağımsız bir kadın. Aşık da oluyor ama evlenmek istemiyor, özgür olmak için. Almanya’da tanıştığı Max adlı arkadaşı Rusya’ya geliyor. Max de başka bir kadınla evlenecek yakında.

Bu iki arkadaşın aşk, sevgi, evlilik, ilişkiler, kadınlar üzerine sohbetlerinden Max’in kadınlar hakkındaki düşüncelerinin geleneksel ve klişe olduğunu görüyoruz ve Fenya bu sohbetlerle Max’i şaşırtıyor.

Düşündürücü, eğlenceli, heyecanlı ve şaşırtıcı bir roman. Not:4/4





DÖNÜŞÜM

KAFKA

İş Bankası Yayınları

20. Yüzyılın en iyi yazarı olarak görülebilir Kafka. Dönüşüm de onun en çok okunan ve tanınan kısa romanı veya öyküsü. Kafka’nın en sevilen kitabı olması, kısalığından dolayı, çünkü çok bir şey anlatmıyor. Kafka’nın Dava, Amerika, Şato, Ceza Sömürgesi gibi önemli romanları ağır ve uzun olduğu için genelde okurlar bu öyküsünü, mektuplarını, günlüklerini okuyorlar.  1900 lerin ilk döneminde yazılmış bu metamorfoz öyküsü.

Dönüşüm, biraz da yazarın kendi otoriter babasından yola çıkarak yazdığı etkileyici, biraz da eğlenceli eseri. Babasının ve toplumun karşısında kendini hamamböceği gibi gören bir genç.  Gregor Samsa. Hepimiz zaman zaman kendimizi böyle görebiliriz herhalde, bazen de kartal gibi. Not:3/4





SİYAH GÖZLER

Cemil Süleyman

İş Bankası Yayınları

İlgiyle, heyecanla okunan bir aşk ve tutku romanı. 1900’lerin başında yazılmış roman edebiyatımızın en iyi aşk romanlarından biri olabilir. İstanbul Boğaziçi’nde, Beykoz’da Beykoz Çayırı civarında yaşayan otuz yaşında ve dul bir kadın. O dönem insanlar Beykoz Çayırı’na yürüyüşe gidermiş ve erkekler kızlara notlar, mektuplar yazarmış.

Bu kadın, çayırda gezerken kendisinden on yaş küçük bir erkekle bakışmaya başlıyor, oğlan çok ısrarcı, kadının peşini bırakmıyor, onunla buluşuncaya dek uğraşıyor, sonra aşkları başlıyor ama sonrası tam bir dram. Roman kadının gözünden anlatılıyor, ilişkide erkek mi kadın mı hatalı ve haklı diye düşündürüyor, kadın daha haklı gibi gözükmekte.

Mutluluk veren tipik bir edebiyat örneği. Not:4/4





LEVAYİH-İ HAYAT

Fatma Aliye

İş Bankası Yayınları

Refet adlı doyumsuz eseri olan yazardan yine doyumsuz bir eser. 1900’lerin başlarında yazılmış. Yazar edebiyatımızın ilklerinden.

Bu roman, mektup tarzında. Beş kadın birbirine mektup yazıyor, Osmanlı döneminde. Hepsinin ortak konusu evlilik ve eşler. Mehabe, Fehame, Sabahat, Nebahat, İtimat isimlerindeki kadınların birbirlerine iç dökmeleri. O dönem belki de en mutluluk verici etkinlik, mektuplaşmak. Birbirlerine destek olan kadınlar. Bu arada, romandan anlaşıldığı gibi, ülkemiz pek de değişmemiş, kadın erkek evlilik konularında.

Heyecan veren bir edebiyat eseri. Not:4/4

1 Eylül 2021 Çarşamba

EİTHA 3




Beş kelime seçip bu kelimelerin de içinde olduğu öykü, deneme, şiir, makale benzeri bir yazı yazma etkinliğimiz devam ediyor. Haftanın kelimelerini şöyle seçtim:

Beş Kelime: Beklemek/Talih/Nazar/Beyaz/Yaşamak




SHİLA VE MİNİK DENİZ KIZI (Eitha 13)

O zamanın gençleri şimdinin eskileriydi ve kayıkçının kayboluşu hakkında artık minik çocuklara korkunç hikayeler anlatmak en büyük eğlenceleri olmuştu. Elbette asıl gerçeğin bir kısmını, onu, gerçekten denize açılan kayığının üzerinde yanındaki peri kızıyla gençleşmiş halde bir anlık bile olsa son kez görenler dışında yalnızca kayıkçı biliyordu. Peri kızı Shila ile mağaradan kaçması konusunda sözleştikten sonra bir ömür boyunca görememesinin nedenini sabırla bekleyişinin sonunda öğrenmişti. Ve ona kavuşmak, gözlerine bakıp dudaklarından adını işitmek perinin kalbindeki sihrin etkisiyle onu ilk kez görüştükleri zamanki kadar gençleştirmiş ve kaybolan yılların telafisini hediye etmişti.

Talihsiz Shila o seher vaktinde ertesi geceye kadar son kez ayrı kaldıklarına ve sonsuza dek yan yana kalıp dünyayı dolaşacaklarına söz verdikten sonra mağaraya geri döndüğünde bir süredir aklından çıkmış olan kabuslarıyla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Onun mağara sisteminden çıkmanın bir yolunu bulduğunu ve yasaklara karşı geldiğini anlayan peri halkı suçlayan ve öfkeli bakışlarıyla bir anda etrafını sarıp onu kıskıvrak yakalamıştı. Mağaradan dışarı çıkarak perilere göre en büyük günahı işlemişti ve bundan arınmanın hiçbir yolu yoktu. Onu cezası belirleninceye dek bir çukura kapatmışlardı. Sorgulanması acı dolu ve uzun bir süreçti. Bu süreç sırasında Shila'nın bir bebek bekliyor olduğu gerçeği ortaya çıkınca bu durum cezasının ertelenmesini gerektirmişti. Periler yalnızca aşklarının kalplerindeki sihri nedeniyle bir bebeğe kavuşurlar fakat doğuma kadar karmaşık ve yıllar süren bir süreçten geçerlerdi. Yeni doğacak olan bu perinin Shila'nın kurallara karşı gelme suçlarından bağımsız ve topluluğa ait olduğu kararlaştırılmış ve o doğuncaya dek Shila'ya zarar vermeden fakat esaret altında tutulmuştu. Yıllar yılları kovalarken Shila'nın yası doğumu olabildiğince geciktirmişti. Sonunda doğum gerçekleştiğinde peri halkı bir kez daha hayretler içinde kalmış ve onların nazarında yeni bir sorunla karşılaşmışlardı.

Perilerin yalnızca kalplerindeki büyü sayesinde bebek sahibi olmalarının yanı sıra bebeklerinin özellikleri de onların arzularına göre şekillenirdi. Hemen hemen herkesin aklındaki ideal peri özellikleri belli olduğundan birbirinden çok farklı yeni bireylerle karşılaşmak pek olası değildi. En fazla kanat renkleri farklı olur, boylarının uzunluğu gibi basit değişiklikler görülebilirdi, bu nedenle bütün periler nerdeyse birbirinin aynıydı. Fakat Shila bu güne kadarki en farklı periyi dünyaya getirmişti ve bu konuda ne yapılması gerektiğini hiçbiri bilmiyordu. Shila'nın büyüsünden doğan peri bir denizkızıydı.

Bu son derece şok edici durum karşısında derhal yaşlılar meclisi toplandı ve Shila ile yeni peri hakkında ne yapılması gerektiği bir kez daha tartışıldı. Tüm bu olanlar yıllar sürdüğü için kayıkçı saçları bembeyaz olana dek umudunu kaybetmeden onu her gün aynı yerde beklemişti. Hayatları boyunca buna benzer hiçbir olay yaşamamış olan perilerin karar vermesi oldukça zor olsa da sonunda bir ceza bulmayı başardılar. Shila o çok korktuğu derin şelaleye atılmayacaktı. Kuralları aştığı için cezası peri toplumundan dışlanmak ve acı içinde yaşamak olacaktı. Böylece derin şelaleden daha kötü ve korkunç olduğuna inandıkları dışarı dünyaya gönderilmesinin onun için en ideal ceza olduğuna karar verdiler. Yeni doğan perinin de topluma ait olamayacak kadar farklı ve büyüdükçe Shila gibi hatalar yapmaya açık olduğunun ortada olduğunda hemfikir oldular. Fakat onu Shila'ya vermeyecek ve cezasının ‘acı içinde bir ömür’ içeren kısmını gerçekleştirmiş olacaklar, denizkızını ise masumiyeti sebebiyle kendilerinden uzak ama mutlu olacağı bir hayata göndereceklerdi. Elbette bir peri olarak dünyaya geldiğini asla bilmeyecekti. Tüm bu olanlar toplum düzenine karşı gelmeyi aklının ucundan geçirebilecek olan genç perilere birer ibret olacaktı. Perilerin Shila gibi masum ve iyi yürekli olanları olduğu gibi ona bu cezayı verenler gibi karanlık yürekli olanları da vardı fakat insanlar peri masallarından bunu asla öğrenemezlerdi.

İşte böylece cezası belirlenen Shila serbest bırakıldı. Onu derhal mağaradan dışarı attılar ve girişi bir sihirle mühürlediler. Artık ne arkadaşlarını ne ailesini ne de sihriyle yarattığı minik denizkızını bir daha göremeyecekti. Minik denizkızının kuyruğunu bir başka sihirle gizleyip ona bir çift bacak verdiler ve iyi bir hayat yaşayabileceği bir yer bulmak için kahinlere danıştılar. İçlerinden en yaşlı olan peri sonunda mağara gölünde zaman zaman ziyaretlerine gelen deniz hayaletleriyle anlaşmaları gerektiğine karar verdi. Deniz hayaletleri kaderinde bir karmaşayla dünyaya gelen bu zavallı peri kızını yanlarına alıp insanların dünyasına götürmeye söz verdiler. Hayaletlerin arasında günler süren bir yolculuğun sonunda insanlara ait bir yelkenli geminin yakınlarında bir sepetle su yüzüne bırakılan bu minik denizkızı gemide seyahat eden zengin bir tüccar tarafından bulundu ve ilk bakışta tüccarın kalbini kazanıp ailesinin yeni üyesi olmayı başardı. Böylece ona Eifur adını verdiler.

Bölüm Sonu

Not: Daha önce yazdığım bir Peri Kızı ve Kayıkçı hikayesi vardı. O hikaye de Eitha hikayesine bağlanmış oldu. Meğerse Eifur'un gerçek annesi bir peri imiş. Şimdilik, Eitha ile alakası belli değil.