28 Şubat 2021 Pazar

SU MUHALLEBİSİ

 



2 su bardağı süt

2 su bardağı su

1 su bardağı toz şeker

3 yemek kaşığı tepeleme mısır unu nişastası

Hepsi tencereye koyulur, iyice karıştırılır, pütürlü olmayacak. Kaynatarak, devamlı karıştırarak koyu kıvama gelir. Borcama dökülür veya kaselere dökülür, dökmeden önce borcam veya kaselerin içine su koyup boşaltılır, yani ıslak olacaklar, muhallebi hazır olur.

Kızamık şekeri kaynatılır, soğuduktan sonra gülsuyu konur. Kaselerin veya borcamın üstüne eklenir.




Not: Daha önce bir kere sütsüzünü yapmıştım, kızamık şekersiz, sonra şimdi iki kere sütlüsünü yaptım, bir borcamda bir kasede, ikisinde de kızamık şekerli yaptım. Sütsüz kızamık şekersiz de sütlü kızamık şekerli de çok güzel oluyor.




25 Şubat 2021 Perşembe

KASAP

 


Marcel, her zamanki gibi et kesiyordu, yıllardır yaptığı gibi. Kendini bildi bileli et keserdi, baba mesleği ne de olsa. Babasına çıraklık yapmıştı, babası emekli oldu, dükkan ona kaldı. Sakin yaşardı, evlenmedi, dükkana gelir akşam evine dönerdi, esnafla ve halkla arası iyiydi. Kasabada zaten herkes birbirini tanırdı. O da çocukluk arkadaşlarıyla buluşurdu kır kahvesinde. Sohbet ederler, demir bilyelerle oynarlardı. Kimin topu daha yakın olursa o kazanırdı.

Marcel, yanında birkaç kişi de çalıştırırdı. Dükkana gelen müşteriler olduğu gibi telefonla arayarak da isterlerdi. O veya yanında çalışanlar bisiklet veya motorla müşterilerin evlerine gitmeye alışmışlardı. Marcel’e yine telefon gelmişti. Kasabaya yeni taşınan bir kadından. Biraz dışarıda oturan kadının evine siparişleri kendi götürdü, motorla. Evin kapısını çaldı. Kadın açtı kapıyı, Marcel’i içeri çağırdı.

Etleri mutfağa götürdü, nezaketen birkaç kelime konuştular. Kadın kasabadaki okula gelen müzik öğretmeni idi. Konserlere de çıkan bir piyanist idi aynı zamanda. Kasap, holden geçerken salondaki piyanoyu gördü. Dikkatini çekmişti. Piyanist, Françoise, sordu ona, piyano çalıyor musunuz, diye. Adam, yok dedi hiç çalmadım, görmedim de. Kadın, bunun üzerine piyanonun başına geçti, tuşlara dokunup bir şeyler çalmaya başladı. Mozart, dedi, adama.

Kasap, büyülenmiş gibi dikkatle bakıyordu kadının parmaklarına. Françoise, davet etti kasabı piyano çalmaya. Marcel oturdu, ellerini tuşların üstüne koydu ve çalmaya başladı. Tıpkı Françoise gibi çalıyordu. Aynı şarkıyı tamamıyla kadının çaldığı gibi çaldı. Öğretmen çok şaşırdı buna, yine oturdu ve başka şarkılar da çaldı ve Marcel hepsini aynı şekilde başarıyla tekrarladı. Bunun üzerine kasap, müzik öğretmeninin evine gelip gitmeye başladı. Marcel daha da iyi çalmaya başladı.

Bir süre sonra Françoise, Paris’ gitti, konservatuvardaki hocası Michel ile görüştü, kasabı konsere çıkartmak için, Michel kabul etmedi tabii ama ısrar etti kadın, Michel kendileri için bir utanç olabileceğini düşünüyordu ama Françoise, siz onu önce bir dinleyin diye rica etti. Marcel geldi Paris’e, Michel de şaşırdı onu dinleyince ve sonunda onu konsere çıkarmaya karar verdiler.

Marcel ilk kez bir senfoni orkestrası ile çalıyordu, daha önce sadece öğretmenin evinde çalmıştı. Konserde kalabalık önünde bir an şaşırdı, yerinde hiç kıpırdamadan oturdu ama sonra başladı çalmaya, dinleyiciler de onu beğenmişti, bol alkış aldı.

Hayat böyle tesadüflerle doludur. Aslında hepimizin birçok konuda yetenekleri vardır. Bunların farkına varmadan yaşarız. Ya da Marcel gibi bir tesadüfle öğreniriz.

Not: Jeu de Boules, Antik Yunan'da keşfedildiği söylenen ve Avrupa'da sevilen bir top oyunu, bir spor, turnuvaları, olimpiyatları da var.

21 Şubat 2021 Pazar

ÇİKOLATALI TAVUK GÖĞSÜ





Malzeme:

2 litre süt

3 yemek kaşığı un

2 yemek kaşığı mısır nişastası

1 paket çikolata sosu (veya iki kare bitter)

1 su bardağı toz şeker

Az kakao

 





Bir tencereye dört bardak sütü koy, üstüne bir bardak şeker, karıştır, erisin içinde.

Başka bir kapta, bir bardak süt, üç yemek kaşığı un, iki yemek kaşığı mısır nişastası, karıştır, salep gibi olsun, pütürsüz.

Bu karışımı tencerenin içine akıt, karıştır hepsini.

Ocağa koy, devamlı karıştır, yoğun olsun, salep kıvamını geçsin.

Borcamın içini yıka, kurulama, tencereyi içine dök, üstünü düzelt.

Bir küçük tencerede, bir bardak süt ve çikolata sosunu karıştır, koyu kıvama gelsin.

Borcamın üstüne dök, üstünü düzelt, bekle bir saat kadar.

Üstüne biraz kakao elekten geçirip serp.

Buzdolabına koy,  dört saat kadar dursa yeter. Keserken de hep bıçağı suya tut.



18 Şubat 2021 Perşembe

PARK









Parkta bir bankın önünde üç oğlan bir kız gördüm, ergenler. Bağırarak konuşuyorlardı, kız gidicem dedi, oğlanlardan biri olmaz filan dedi, kolunu çekiştirdi kızın.

Hemen yaklaştım yanlarına, oğlana dedim, dokunma kıza, oğlan da şaşırdı kız da, taciz etme dedim kızı, kıza da gel benimle yürü evine gidiyorsun dedim, yürüdük biraz, Florence Nightingale’e doğru yürüdü, izledim arkasından gitti, gitmeden önce vallahi haklısınız ya, dedi.

Yine parkta bu kez bir adam gördüm, minnak bir kızın saçını okşuyordu, kız da adamın elini ittiriyordu. Hemen gittim adamın yanına. Kız istemiyorsa dokunamazsınız ona dedim. O benim kızım dedi. Olsun dedim istemezse dokunamazsınız, bak istemiyor dokunmanızı.

Hayır dedi, o kapris yapıyor sadece. Tamam dedim, kapris yapmak onun hakkı. Yapsın, cadı olsun, hakkını arasın, eşinize de o istemediği sürece dokunamazsınız. Adam tuhaf tuhaf baktı, herkes sizin gibi olsa bu ülkede hiç kötü olay yaşanmaz dedi.

Adam ile kızını parkın önünden geçerken görüyorum arada, adam mutlaka gülümseyerek selam veriyor.

17 Şubat 2021 Çarşamba

KELİME OYUNU 3





BOĞAZ GEZİNTİSİ

Sade bir akşamüstü manzarasıydı gözlerin.

Vapurda çay simit biraz da sohbet fakat en çok martılarla muhabbet ederken çaresizce selamlardık batan güneşi yeniden doğacağının güvencesiyle. Saygın yunuslar yarışırdı bizimle Boğaz boyu. Fakat kim galip gelirdi bilemezdik en sonunda. Suya atladıysan yüzeceksin gardaş der sonra da kaybolurdu delikanlı yunuslar. Martılar buna gülerdi muziplik damarlarında vardı.

Masallar uydururduk göklerin mavisinden mavi, suların titrek dalgalarından dalgalı ve adalardan yeşil mi yeşil fakat begonvillerle dolu. Döner dolaşır yolu önce kaybeder sonra kendimizi bir tatlıcıda bulurduk. En çok çilekli baklava yerdik orada. Bir de fıstık sarması. İçli köfte ve tirşik başka mekandaydı. Bir de kömbe olsa fena olmazdı.

Zaten Boğazda dolaşırken hep karnım acıkırdı. Boğaz demek yemek demekti. Manzaralı bir kafede börek yemek gerek işte şimdi.

Son


YILDIZ TOZU

Üzgünüm dedi bankonun ardında yüzünde asık olduğu kadar sinirli bir ifadeyle duran üç bin yaşındaki Haimlauf. Bembeyaz sakalındaki örgüler birbiriyle kafes gibi sarılıp ilginç bir model oluşturmuştu. Kafasında mercanlar ve gerçek yıldızlardan oluşan bir taç vardı. Bir saattir karşısında iflah olmaz bir inatla ısrar eden çocuğun isteğinin olanaksızlığını anlatmaya çalışmaktan bıkmıştı. Daha sırada bekleyen iki yüz kırk sekiz kişi vardı fakat çocuğu isteğinin olamayacağına ikna etmeden gönderemezdi. Bu kaidelere uygun olmazdı. Sırasını bekleyenlerin de sabrı tükenmişti fakat kurallar kesin ve keskindi. "Noterden aldığın belge zaman aşımına uğramış ve üzerindeki yıldız tozu okunamaz halde. Bu şekilde puanını okuyamadan seni bir kukladan insana çeviremeyiz." diye baştan bir kez daha açıklarken okuyamadığı deniz kabuğunu da boyu yetmediği için bankonun üzerini göremeyen kukla çocuğun yüzüne sallıyordu.

"Üzgünüm ama anlamak zorundasın. Temiz bir başlangıç yapıp bu kez doğru adımlar atarak yeni bir başvuru yapmalısın fakat bu kez okunabilir bir yıldız tozuyla gelmeyi unutmamalısın. Hadi artık kabullen ve beni serbest bırak da işimi yapmaya devam edebileyim." diye eklerken önce kendinden emin sonra da çocuğun ikna olmamış bakışları karşısında hem yalvarır hem de fenalık geçirir halde görünüyordu. Bu sırada çocuğun ona iki saattir uzattığı su dolu fanusu yeni fark etmişti. "Susamadım ana nezaketinden dolayı teşekkür ederim." diyerek uzatılan fanusu aldı. Çocuk pek konuşmuyordu çünkü kadim lisanı bilmiyordu. Haimlauf fanusu içmeden bankonun üzerine koyduğu sırada çocuk işaretlerle deniz kabuğunu suya atması gerektiğini anlattı. Neyse ki bunu ifade etmek için karmaşık hareketler kullanmasına gerek kalmadan Haimlauf onu anlayabildi. Bu işte bir tuhaflık var diye düşünerek kabuğu suya attı ve o anda gördüğü şey karşısında gözleri zaten mercek etkisi yaratan gözlüğünün ardında öyle bir açıldı ki bunu gören herkes binlerce yıldızla dolu iki kuyuya baktığını sanabilirdi.

"Sen inanılmazsın bunu neden başından beri söylemedin? İlginç çocuk seni.. amacın sabrımı denemekse epey zorlanarak sınandığımı kabul etmeliyim." İşte keyfi yerine gelmişti sonunda görevini doğduğundan beri olduğu üzere layığıyla bir kez daha yerine getirebilecekti. Yıldız tozları Ayna okyanusunun tabanından toplandığı için ters kaydedilmişti ve yalnızca okyanusun kendi suyu içinde okunabiliyordu. Haimlauf bir kahkaha attıktan sonra kabuğu sudan çıkartıp üzerine onaylandığını belirtmek için isminden oluşan mührünü bastı. Mühür taklit edilemesin diye hologramlı ve onun dna’sına sahipti. Kukla çocuk onaylanan kabuğu alırken sonunda hayallerine kavuşmanın heyecanını yaşıyordu. Kabuğa sarılıp teşekkür ederken sırasındaki yerini başka birine bıraktı ve sahilin diğer tarafındaki bankoya ilerledi.

Burada hiç sıra yoktu çünkü işlem çok basitti. Bankoya vardı ve kabuğu görevliye uzattı. Görevli kabuktaki mührün orijinal olup olmadığını test etmek için bir iguanaya yalattı. İguana alarm vermeyince kabuğu bu kez öğütücüye koydu ve parçalanması için iki saniye bekledi. Hazneye dökülen deniz kabuğu tozunu alıp üzerine balık pulu ve arkasındaki kasadan çıkardığı parlak mor bir sıvıyı döktü. Hemen sonra bu karışımı önce bir çalkaladı ardından avuç kadar bir ejderhanın nefesinde kuruttu. En son olarak da özel bir sıvıyla dolu sprey şişesine koydu. "İşte bu kadar." dedi ve büyülü parfümün koyu maviden altın sarısına dönmesini bekledi. Nihayet altın gibi parıldayan parfüm kullanıma hazırdı. Görevli gözlerini kapatmasını söyledikten sonra kalbi küt küt atan çocuğun başından aşağı tüm parfümü boca etti. Çocuk gözlerini açtığında korsan desenli mavi örtüleriyle sıcacık yatağındaydı.

Son


DİSİPLİNLİ GÜLMELER

"Disiplinli bir şekilde gülümse" demişti. "Nasıl yani?" diye bir kez daha düşündü. İnsan gülümserken önce bir içi gıdıklanır sonra gözleri kısılır ardından üst dişleri ortaya çıkarken dudakları yanlara ve yukarı doğru çekilir, hele bir de çok derinlerden bir coşkuyla çağıl çağıl gelmişse gülmeleri, omuzları sarsılır, daha da fazlasıysa hafazanallah gövdesi bir zelzeleden geçerdi. Bu şartlar altında disiplinli nasıl olunabilirdi bunu hiç anlayamamıştı. Gülerken dudaklarını daha kapalı mı tutmalıydı veya omuzlarının sarsıntısını mı engellemeliydi? Yahut ciddi bir duruş mu sergilemeliydi? Gülmek kalpten gelen rastgele bir şeydi ve bunu bir disiplin halinde hiç düşünmemişti. Aklına mantığına sığdıramadı bu işi. Şimdi ne zaman bir sohbetin ortasında güleceği gelse bu sözü hatırlayarak düşüncelere dalıyordu. Dışarıdan bakanlar gülmelerini yarım bırakan, içini burkan bir derdi var sanırdı. Halbuki sadece bu sözün peşine düşer giderdi o anlarda.

Yine salıncakta oturmuş sallanırken bunları düşünüyordu. Bedeni salıncağın hafif hafif ileri geri gelip gidişlerine ayak uydururken saçları denizden gelen tuzlu esintilerle kıpırdanıyordu. Bir anda daldığı gibi bir hızla düşünce treninden dışarı attı kendini. Karşısında suya dalıp çıkan martılar güneşin parlattığı ütüsü bozulmuş denizle oyunlar oynuyor ve garip çığlıklar koparıyorlardı. "Martıların sesleri de hep kahkahaya benziyor" diye düşünürken ayağını toprakta sürüyerek salıncağı durdurdu. "Üstelik bu kahkahaları hiç dinmek bilmiyor daima devam ediyor" diye düşünmeye devam etti. Sonra zihninde bir şeyler aydınlanır gibi oldu. Martılar disiplinli bir şekilde kahkaha atıyorlardı. Vazgeçmeden ve düzenli şekilde buna devam ediyorlardı. Şimdi anlamıştı. Ne olursa olsun gülümsemesini kaybettiği zamanlarda bile onu geri kazanmasını bilecek ve daima kendine inancını ve neşesini koruyarak yaşama karşı disiplinli şekilde gülümseyecekti. Sonunda onun ne demek istediğini anladığı için kocaman gülümsedi.

SON


NAZLI SERÇE

“Ah şu batmakta olan pestenkerani güneşin altında kavi bir serzenişle ve bir o kadar şamatayla gezinen bu biçare ruhu duymayan(sarfınazar) diğerkâm nazlı safderun serçe... Nedir bu dildeki çile nedir bu bitmez tükenmez edalı hallerle dans edişler ve bu sonu gelmez ayazlarda titreyen nefeslerle dinlenmeyen seferi günler... Görmez misin gün efsunkar geceye bir küser bir barışırken zaman nasıl da bir göçebenin kumda kavrulmuş türküsü gibi soluverir. Bu muğlâk varoluş ve tükenişler içinde ışığın rabıtası yine gönlündeyken nice pervaneler sonsuzluğa erişir. Nice türküler yankısını namütenahi çöllerde yitirir...”

Düşüncelerini toparlamak için bir an duraksadı. Kalemdeki mürekkebi tazelemek için hokkaya batırmadan hemen önce bundan vazgeçti ve keklik tüyüyle süslenmiş diviti çiçek motifleriyle bezenmiş gümüş tutacağına yerleştirdi. Gönlünde hasıl olan hisleri dile tercüme etmek bu denli zor olmamıştı evvelinde. Bir an tüm yazdıklarını hiçe sayarak kağıdı buruşturup çöpe atmak istediyse de bunun için bir eylemde bulunamadı. Gözlerini kapatarak derin bir nefes alıp bıraktı. Hemen ardından ani bir tavırla yerinden kalkıp masanın etrafından dolaştı ve odanın karşısındaki tirizli pencerenin önüne vardı. Ellerini belinin ardında kavuşturmuş kafasında dönmeye devam eden düşüncelerle batan güneşe odaklanmıştı. Dışarıda yağmurun ardından yıkanmış taze bir manzara vardı. Her şey ne kadar da yeni ne kadar da körpe ve sonsuz görünüyordu. Kendinden asırlar sonra bile şu nazarlı gökyüzü aynı ihtişamıyla orada olmaya devam edecekti. Asırlar sonra her nerede olacaksa bunu görmeye devam edebilmeyi umdu. En azından şimdi olduğu gibi o zaman da gözleri göklerde buluşmaya devam edebilirdi. Ocaktaki odunlar azalmış cılız bir kor geride kalmıştı. Zamanın ne kadar da fani olduğunu düşünürken içi ürperdi. Gidip mektubu bir şekilde tamamlamalıydı. Başıyla kendi düşüncelerini onaylarken pencerenin önünden bir serçe geçti. Gülümsedi.

SON


MİNİK BALIK RİVA VE GÖLGE MOLY

"Ah hiç iflah olmazsın sen Moly" dedi minik balık Riva taşın üzerindeki gölgeye. Kendini bildi bileli ailesinin bu garip üyeleriyle sıkı bir dostluğu vardı. Özellikle bir tanesi peşinden hiç ayrılmıyordu. Birlikte yüzüyor, suyun içinde deli gibi dönerek yarışıyor ve beraber yemek toplamaya gidiyorlardı. İkisi bir elmanın iki yarısı gibiydi. Ailesinin diğer üyelerinin de peşinden ayrılmayanlar vardı. Üstelik annesinin yoldaşının tıpkı annesi gibi upuzun ve güzel bir kuyruğu vardı.

"Ne zaman bir şeye cesaret edemesem başkalarından ziyade hep sen yanımdasın. Sen gerçek bir dostsun. Her zaman zorlu şeylere karşı beraber çabalıyoruz. İyi ki yanımdasın" diye konuşmaya devam etti. Minik balık gölgeyi kendisi gibi bir balık zannediyor konuşamasa bile onunla iletişim kurduğunu düşünüyordu.

"Evet cesaretimi yeniden kazandım sayende. Doğru söylüyorsun. Başını bu kadar sallamana gerek yok başım döndü Moly. Eh dur artık. Tamam tamam sakin ol hemen harekete geçiyorum. Gidelim.."

Riva ve Moly aileleri ve komşularıyla birlikte bir şelalenin ardında kalan mağara benzeri boşlukta yaşıyordu. Buraya güneş zayıf ulaşıyordu ve bazı noktalar ışığı hiç bulamıyordu. Bu yüzden Moly zaman zaman kaybolduğunda Riva onun karanlıktan korkup kaçtığını düşünürdü. Ona cesaret verici şekilde seslense de Moly ışığı görene kadar saklandığı yerden ortaya çıkmazdı. Riva uzun zamandır ışığın geldiği büyük suyun arkasında ne olduğunu bulmak istiyordu. Orada daha çok ışık olduğundan emindi ve bunun Moly'i mutlu edeceğini düşünüyordu. Moly geceleri çoğunlukla gizlenirdi. Fakat göklerden akan büyük suyun ardında geceleri bile kaybolmayan soluk bir ışık vardı ve Riva arkadaşının orada asla gizlenmek zorunda kalmayacağını ve bir daha hiç korkmayacağını düşünüyordu. Moly'nin kendisi kadar heyecanlı ve istekli görünüşü de ona bu konuda daha çok cesaret veriyordu.

"Annem bu konuyu ne zaman açsam deliye döner ve sınıra yaklaşmamızı kesinlikle yasakladı Moly, buna sen de şahit oldun. Fakat yengeçler korkacak bir şey olmadığını ve yeterince büyüdüğümde onları takip edebileceğimi öğütlerdi. Artık hiç yengeç yok ama o zamanlar onların hangi yöne doğru gittiklerini, nereden tırmandıklarını çok iyi ezberlediğim için hiç unutmadım. Daha yükseğe zıplamak için her gün beraber nasıl çalıştığımızı ve yüzgeçlerimizi nasıl da kuvvetlendirdiğimizi herkes hayranlıkla görecek. Çok az kaldı Moly, bugün büyük gün!"

Moly ona başıyla ve kocaman açtığı yüzgeçlerle karşılık verdi. Şelaleyi aşmadan biraz geride suyun içinden yükselen dikitler doğal bir engel oluşturuyordu. Dikitleri aşmak en zoruydu. Yengeçlerin kenarlardaki kayaların üzerinden yürüyerek gelip gidişlerine şaşkınlıkla bakardı. Fakat biliyordu ki onlar karadan ilerleyemezdi. Birbirine sımsıkı bitişmiş olan dikitlerin üzerinden atlamak zorundaydılar. Havaya daldıkları zaman tekrar suya kavuşuncaya dek de nefeslerini tutmalıydılar. Bunun için de her gün nefes egzersizi yapmışlardı. Her gün küçük bir taşın üzerinden bir ileri bir geri atlayarak antrenman yapar ve onları görenler deli olduklarını düşünürdü. Şimdi dikitlerde ilk ve tek denemeyi yapacaklardı ve bunun geri dönüşü olduğunu pek sanmıyordu. Çünkü dikitleri aşar aşmaz geri dönmelerini engelleyecek şekilde şelalenin çekimine kapılacak hemen ardından akıntı onları diğer tarafa atacaktı. Akıntıya karşı yüzebileceklerini sanmıyordu. Yine de bu cesaretlerini görenlerin onların peşinden geleceğini ve daha aydınlık bir dünyada yaşayacaklarını umut ediyordu.

Moly'i hep cesaretlendirmeye ve korumaya çalışsa da o da karanlığı hiç sevmezdi hatta bundan ödü patlardı fakat bunu hep gizlemişti. Diğer balıkların da daha çok ışık hayal ettiğini biliyordu. Bugün herkesin karanlıktan kurtulması için büyük atlayışlarını yapacaklardı. Göklerden düşen büyük suyun tam zıttı yöne gidebildikleri kadar uzağa gelmişlerdi şimdi. Önce sakince dikkatini topladı. Yapacakları şeyden sonra geri dönüşün olmayacağı düşüncesi içini burkuyordu. Ama ışığa kavuşmaları için gerekli bir adımdı bu. Riva peşindeki Moly ile hızla yüzmeye başladı. Bir yandan da çığlık atıyordu. Sesini duyan herkes neler olduğunu anlamak için peşlerine takıldı. Yüzdükçe daha çok hızlanıyorlardı. Atlama noktasını iyi ayarlamak lazımdı. Onu gören annesi yapacağı şeyi anladığı için ardından bağırarak durmasını söyledi ve ona yetişmeye çalıştı. Bütün topluluk peşlerindeyken Riva ve Moly nefeslerini sonuna kadar tutup havaya atladılar. Bu an muazzamdı. Riva tahmin ettiğinden bile daha yukarıya sıçramayı başarmıştı. Üzerinden süzülen su damlaları zayıf ışık altında parlıyordu. Bir an Moly'yi göremedi. Onun yetişememiş olmasından korktu. Sonra aşağıya baktığında suyun yüzeyinde ve daha sonra da dikitlerin üzerinde onu takip ettiğini görebildi. "Sen çok çılgın bir balıksın Moly!"diye düşündü. "Çalışmana gerek yokmuş ama buna rağmen benimle her gün antrenman yaptın sen bir tanesin!" Onun yengeçler gibi taşların üzerinde yürüyebileceğini hiç düşünmemişti..

En sonunda diğer tarafta suya kavuştuğunda daha olanları düşünecek zaman bulamadan akıntıya kapıldı. Başı acayip dönmüş ve midesi bulanmıştı. Moly'nin nerede olduğunu bilemiyor bu karmaşa içinde kendi yüzgecini bile göremiyordu. Fakat sonunda diğer tarafa ulaşmayı başardı. Burada su biraz daha debelenip hırçın aksa da sonunda sakinleşmişti ve artık daha büyük bir dünyada olduğunu tahmin edebiliyordu. Daha önce görmediği birçok canlı merakla onun etrafına toplanmıştı. Ve ışığın kaynağının yukarıda suların çok üzerinde parlak bir denizyıldızı olduğunu anlamıştı. Bir denizyıldızının suyun dışında nasıl yaşadığını ve onca yüksekliğe nasıl çıktığını anlayamadı. Belki de bu bütün denizyıldızlarının annesiydi. Moly çoktan onu bulmuş peşine takılmıştı ve kumların üzerinde dinlenirken o da büyük yuvarlak ve parlak yıldıza bakıyordu. Sonunda karanlıktan pek fazla korkmaya gerek olmadan yaşayacaklardı. Bu sırada annesiyle diğerlerinin de peşlerinden gelmiş olduğunu fark etti ve hemen onlara doğru koştular. Riva ve Moly’nin cesaretleri sayesinde karanlıktan çıkmaları onlara da ilham olmuştu.

Son

Not: Şelalenin arkasında bir kovukta oluşan bir gölet, mağaramsı bir boşlukta. Şelalenin hemen arkasında dikitler oluşmuş olduğu için balıklar kolay kolay dışarıya çıkamıyor. Dikitleri geçince şelale akıntısının içinden geçilip açık alana çıkılıyor. Riva ve gölge Moly, havaya dalıyorlar, yani atlıyorlar, yukarı doğru tabii. Şelaleden geçiyorlar, böylece balık topluluğu karanlıktan aydınlığa çıkacak.


SEIKILOS AĞIDI

İşlek caddenin en geniş bölgesinde hala sapasağlam duran tarihi bina sokağa bambaşka bir atmosfer katıyordu. Cadde boyunca dizelenmiş kahve dükkanlarından yayılan taze çekilmiş kahve kokusu, baharatçılardan yayılan başka rayihalara karışırken arada bir oraya buraya serpiştirilen eski halı ve kumaş dükkanları ile hediyelikçiler de rengarenk ve nostaljik bir tuvalden fırlamış gibi görünüyordu. Etrafta hiç reklam panosu veya insanın gözünü alan o bilindik ışıl ışıl tabelalardan iz yoktu. Bu uzun ve işlek cadde otantik havasını korusun diye bunlar yasaklanmıştı. Tarihi bina uzun caddenin sonunda geniş bir havuzun etrafından u dönüşü yaptığı yerdeydi.

Havuzun içinde testisinden su döken bir nemf duruyor, kanatları ve saçlarına sık sık kuşlar misafir oluyordu. Bu, Naiad nemflerinden çeşmeler veya kuyularla ilişkili bir crinaeae olmalıydı. Fakat onun ne olduğu etrafından dolaşıp geçen insanların umurunda değildi onlar suya bakıp ferahlıyordu ve bu yeterliydi. Tarihi binanın merdivenlerine rahatça oturmuş ikisi kız üç genç sahanlığın iki kenarında bitkiden birer duvar oluşturmuş sarmaşık güller sayesinde rüzgardan korunabiliyor ayrıca yüksek konumları sayesinde önlerinde metrelerce uzanan cadde boyunca olan biten her şeyi görebiliyorlardı. Bakışlarının odak noktasındaysa crinaeae vardı.

Küçük bir kız çocuğu elinde pembe pamuk şekeri ile havuz başında tur atıp duruyor bir yandan da çepeçevre kenarda dizilmiş kaktüslere dikkat ederken turuncu koi balıklarına dokunmaya çalışıyordu. Gençlerden biri diğerine başlaması için işaret verince delikanlı kalabalığın hiç beklemediği bir anda saksafonu çalmaya başladı. Aniden yüksek tonda başlayan müzik havuzun kenarındaki kızı korkutunca elindeki pamuk şekerini suya düşürdü. Bu sırada sokakta zaman bir an için durmuş gibi herkes hareketsiz kalmış ve bakışlarını müziğe başlayan gençlere doğru çevirmişti. Daha önce kimsenin dikkatini çekmemiş olmaları şaşırtıcıydı. Üçünün de saçları kınayla boyalı olduğu için güneşte ateş gibi bir renge bürünmüştü.

Çaldıkları ezgi Seikilos Ağıdı'nın kendilerince bir yorumuydu ve havuzdaki nemf tanıdık bir şeyler duyduğu için huzurlu görünüyordu. Ve sokakta bulunan herkes müzik bitene kadar tüm işlerini bırakıp bir süreliğine notaların yolculuğuna kapıldı ve kendini tatlı ve hoş bir rüzgara bıraktı.

SON

Not: Seikilos ağıdı. dünyanın kayda geçmiş ilk şarkılarından biri ve Aydın'da icra edilmiş. Nette dinleyebilirsiniz. Nemf, Nymphe, peri demek. Naiad, tatlı sularda yaşayan periler. Crinaeae, çeşmelerde yaşayan periler. Koi, bir tür akvaryum balığı.


KAMP     (Eitha 5)

10.02.0187

Çarşamba

Dünyadaki son şehir de düştüğünden beri yıllar geçti. O muhteşem şehirlerden geride terk edilmiş harabeler kaldı. Binalar kendini çoktan doğaya teslim etti ve her yerden yemyeşil taze otlar, çalılar ve fidanlar yeşerdi. Güneşin gücü hissedilir derecede azaldı. Yazları bile geceler dondurucu derecede soğuk geçiyor. Gündüzler ısınmak için yeterli değil. Doğa buna kolay adapte oldu ve yeni türler meydana geldi fakat insanlar için durum aynı değil. Zaten geride bir avuç insan kaldı ve çoğu grupla iletişim kuramıyoruz. En son aldığımız haberlere göre çoğu grup hava şartlarının daha iyi olduğu ekvator çizgisine doğru hareket ediyor. Biz de burada daha fazla kalamayacağımızı anladık. Yarın çıkacağımız büyük yolculuk için hazırlıklar tamamlandı. Belirlediğimiz rotada birkaç grupla karşılaşacağımızı düşünüyoruz. Fakat bunun sonucunun iyi mi yoksa kötü mü olacağından emin değilim. Her şeye hazırlıklı olmak lazım. Yiyecek ve diğer kaynakları bulmak gittikçe zorlaştığı için son zamanlarda insanlar giderek daha vahşi oluyor. İçimde kötü hisler var.

Yolculuk tahminimizden daha zor olacak gibi. Üstelik geceleri hızla hareket edebilen ve avlarının kanıyla beslenen yeni bir tür ortaya çıktı. Hani şu efsanelerde anlatılan vampirler gibi bir yaratık. Görülmesi fark edilmesi çok zor ve onu fark ettiğinde iş işten çoktan geçmiş oluyor. Bu yüzden geceleri etrafa gözcüler koyuyoruz. Bu hem bu yaratıklar için hem de yağmacılar için gerekli bir önlem. Umarım her şey yolunda gider ve tüm kampı güvenle taşıyabiliriz.

Fakat aklımı kurcalayan ve henüz kimseye söylemediğim bir şey beni gittikçe daha çok rahatsız ediyor. Birkaç gece evvel o yaratıklardan biriyle ormanda karşılaşıp şans eseri kurtulduğumda omzuma iki dişini geçirmeyi başarmıştı ve enfeksiyon kaptığım bariz ortada. İki derin diş yarası feci şekilde kızarmış ve şişmiş durumda. Daha önce o yaratıkların elinden kurtulan kimse olmadığı için bir tür zehir taşıyıp taşımadıklarından emin olamayız. Ama kimseyi de endişelendirmenin sırası değil. Umarım ciddi bir durumda değilimdir. Sonuçta haritacı benim ve rotayı takip etmek için rehberliğime ihtiyaçları var. En iyisi güneş yükseldiğinde Haku'ya bir görüneyim. Belki bitkilerle yaptığı merhemler işe yarayabilir. Son günlerde beni güneş de rahatsız ediyor. Kendime büyükçe bir şapka bulmalıyım. Yoksa o sarı parlak ışık beni gerçekten hasta edecek gibi hissediyorum. Belki de gerçekten zehirlenmişimdir. Çünkü yediğim şeylerin de hiç tadı yok. Canım bir şeyler çekiyor ama ne olduğunu da çözemedim. Neyse. Düşünmek çok yorucu, en iyisi sabaha kadar biraz daha dinleneyim.

Son

7 Şubat 2021 Pazar

DELİ VE DELİ KIZ

 




DELİ

Gülsen Kılıçaslan

Nemesis Kitap

Zonguldak’ta geçen bir romantik, biraz da komik bir aşk ve evlilik öyküsü. Bir Wattpad romanı.

Elif ve Emre’nin öyküsü. Elif ailesi ile yaşayan bir kız. Ailesi onu pek önemsemiyor, erkek kardeşini daha çok seviyorlar. Markette çalışıyor, aile de biraz yoksulca. Emre ise babasının mobilya dükkanında çalışıyor. Lakabı da Deli. Kadınlara kötü davranıyor, yakışıklı bir erkek, annesi ölmüş, babası onun evlenmesini istiyor.

Elif’in kardeşi Tufan, Emre’nin arabası ile kaza yapınca ailesi Elif’i Emre ile evlendiriyor, araba parasına karşılık. Emre de babası istediği için evleniyor, görücü usulü. Mecburen evleniyorlar. Emre, bir çocukluk travması nedeniyle kadınlara kötü davranıyor.

İkisinin evliliği kolay değil. Bol atışmalı, kavgalı sürüyor. Hoş ve sürpriz bir son oluyor. İkisinin ilişkisi, atışmaları eğlenceli. İkisi de biraz deli gibi olsalar da kötü insanlar değiller.

Sürükleyici ve çok bizden bir hikaye. Sevimli bir roman. Gündelik yaşam, aileler, ilişkiler gibi konuları sevenler için. Not:3/4


DELİ KIZ

Gülsen Kılıçaslan

Nemesis Kitap

Yazarın ikinci kitabı ilkine benzer bir konuda ve yine eğlenceli, keyifli. Yine romantik bir konu ve aşk ve evlilik. Bu kez kız deli. Çocukluğundaki bir travmadan dolayı deli gibi davranıyor, Aslı. Kadir ise ilk romandaki mobilyacı Emre’nin yanında çalışıyor.

Kadir, Pınar’ı seviyor ancak telefonuna yanlışlıkla gelen bir mesaj yüzünden başına dert açılıyor ve Aslı ile evlenmek zorunda kalıyor. Bir deli ile evli olmak zor tabii. İkisi geçinemiyor bir türlü. Ancak, arka arkaya birkaç sürpriz geliyor ve roman beklenmedik bir drama ve sona doğru ilerliyor.

Kadir ve Aslı’nın ilişkileri eğlenceli, ailelerin ve arkadaşların iyi niyetli ve kötü niyetli taktikleri ilginç, belki de çevremizde tanık olduğumuz olaylar. Romanda Aslı’nın günlükleri de gidişi belirliyor.

Sürükleyici, eğlenceli, komik, dramatik ve yine bizlerin gündelik yaşamları gibi. İlk romandaki Elif ve Emre’yi de yan karakterler olarak görmek hoş. Not:3/4