Bölüm 4: Sessiz Tanıklar
Kulübenin içi soğuktu ama duvarlar kalın olduğu için rüzgârı kesiyordu. Nehir, soba olmadığını görüp hayal kırıklığına uğradı. Alek sessizce odanın köşesine oturmuştu, elindeki harita üzerinde çalışıyordu. Nehir karşısına geçti, az önce gördüğü şeyi düşündü. Çantada görmesini istemediği o bellek, onunla bir ilgisi olduğunu hissetmişti ama nasıl?
“Sana yardım ediyorum çünkü mecburum” demişti bir gün önce.
Ama şimdi Nehir, yardımın neden ‘mecburiyet’ olduğunu sorguluyordu.
Alek haritayı katlayıp cebine koydu. “Yarın sabah yola devam edeceğiz. Dikkatli olmalıyız. Bu bölgede sivil kıyafetli askerler var” dedi.
“USB belleği neden gizledin?”
Söz ağızdan çıkmıştı bile.
Alek’in gözleri dondu, vücudu sertleşti. “Ne dediğini bilmiyorum.”
Nehir üzerine gitti. “Ben aptal değilim. Gördüm. Neden taşıyorsun onu? Beni bu kadar riskin ortasında korumana değecek ne var o bellekte?”
Adam derin bir nefes aldı. Sonra ayağa kalktı ve pencereden dışarıya baktı. “Çünkü o şeyin içinde, sen varsın” dedi.
---
Nehir’in kalbi hızlandı. Ne demekti bu? “Nasıl yani?”
Alek döndü, bu kez sesi daha yumuşaktı ama gözleri ciddiyetini koruyordu.
“Bu bellek, Moskova’daki merkezden çalındı. Savaş başlamadan hemen önce. İçinde biyometrik bilgiler var. Bazı insanlar... izleniyor. Bilinçsizce, farkında bile olmadan. Ve sen... listedeki isimlerden birisin”
“Ne?” Nehir’in sesi neredeyse bir fısıltıya dönmüştü.
“Senin, ya da ailenden birinin... belki sen bile bilmiyorsun... ama bu sistem için bir anlamın var. Sadece bu kadarını biliyorum. Ama daha fazlası var elbette. Bu yüzden Ruslar seni ve listedeki diğerlerini ellerinde tutmak istiyor. Ve ben de seni buradan çıkarmak zorundayım"
---
Dışarıda bir dal kırıldı.
Alek bir anda refleksle pencereye yöneldi. Silahını eline aldı.
Sessizlik.
Sonra iki gölge ağaçların arasında hareket etti. Nehir nefesini tuttu.
Alek hızlıca konuştu. “Pencereden kaç. Arka kapıdan değil. Pencereden. Ormanın içine doğru koş. 300 metre ileride taş bir baraka var. Orada buluşacağız. Sakın ses çıkarma!”
Nehir itiraz edecek oldu ama Alek kararlıydı. “Git!”
---
Nehir pencereye tırmanırken, Alek yavaşça kapının yanına yaklaştı. Silahını doğrulttu. Gölge içeri girmek üzereyken, Alek bir hamlede kapıyı açtı ve adamı içeri çekip sessizce yere indirdi. Boğazını sıkarak bayılttı. İkinci gölge içeriye yaklaşırken silah sesi kulübede yankılandı.
Nehir koşuyordu. Ayakları karları ezerek ilerliyordu. Kalbi, gördüklerinden çok duydukları yüzünden çarpıyordu.
USB bellekte onunla ilgili neler vardı? Neden izleniyordu onun önemi neydi ki?
Kafasında onlarca soru dönüyordu ama en önemlisi şuydu:
Alek, başta sadece bir görevdi demisti. Peki şimdi neydi?
---
Barakaya ulaştığında içeri sığındı. Nefesi kesilmişti. On dakika, belki daha fazla bekledi. Sonunda karanlık içinden bir siluet belirdi.
Alek, yüzünde yorgun ama canlı bir ifadeyle içeri girdi. Kapıyı arkadan kapattı, kanca kilidini çekti.
“Temiz” dedi sadece.
Nehir ona baktı. O an her şey bulanık gibiydi. Yine de tek bir şey sormak istedi:
“Başta beni sadece o USB için mi buldun?”
Alek bir süre sustu. Gözlerini kaçırmadan cevap verdi:
“Evet”
Ama sonra ekledi, neredeyse fısıltıyla:
“Artık değil”
(devam edecek)
Ooooo maceralı gizemli bir bölüm ve kaç sezonluk bir rüyaymış bu :)
YanıtlaSilBayağı heyecanlı ilerliyor. Alek de ilginç biri, bakalım neler olacak. :))
YanıtlaSilBazen ben de film gibi dizi gibi rüyalar görüyorum kalkıp yazsam en azından uzun öykü olur. Bu arada rüyanın sonu için meraktayım :)
YanıtlaSilBunca heyecan ve merak sonunda rüyanın gazabına uğrayıp heba olmaz umarım:)
YanıtlaSilBeautiful blog
YanıtlaSilSana hayranım. Soluk soluğa okuyorum ve nasıl hatırlıyorda kurguluyor diye düşünmeden edemiyorum :)
YanıtlaSil