30 Mart 2023 Perşembe

BCP MART




Blogları Canlandırma Projesi etkinliğimiz üçüncü yılında keyifle devam ediyor. Her ay için bir tema seçip o temada kitap, belgesel, dizi, anime, şov, dergi, program ve benzerlerini okuyor ve izliyoruz.

Mart ayı teması kadın yazarlar ve de polisiye idi. İki tema yine. Polisiye roman okumayı seçtim. Lawrence Block, günümüzün yaşayan en iyi polisiye yazarı kabul ediliyor. Bol ödüllü bir yazar. Çok sayıda romanı var.

İki serisi var. Biri, Bernie Rhodenbarr serisi, gündüz sahaf akşam hırsız olan Bernie. Diğeri de polis eskisi özel detektif Mathew Scudder.

Block romanları filme de çekiliyor ayrıca Benim Aşk Pastam (My Blueberry Nights) filminin senaryosu da ona ait.


ÖLMEYİ BEKLE

Lawrence Block

Oğlak Yayınları, 386 sayfa

Matthew, Elaine ile evli, mutlu, TJ adlı bir oğlan da onun yardımcısı, TJ bilgisayar işlerinde iyi. Kristin adlı bir kız, Matthew'a gelir ve onu detektiflik için tutar. Anne babası öldürülmüştür. Onları öldürenler evlerine giren iki hırsızdır. Ama bu iki hırsız da öldürülür.

Kristin bu iki hırsızı öldüren kişinin peşine düşer. Eski polis arkadaşlarından da yardım alır. TJ ve Matthew araştırmaya başlar. İpuçları onları A ve B harflerini kullanan bir seri katile götürür. Katil, hep isim değiştirir ama ad soyadının baş harfleri hep A veya B'dir.

Sürükleyici, bol esprili bir New York detektiflik romanı. Not:3/4


ÇİÇEKLER ÖLÜRKEN

Lawrence Block

Oğlak Yayınları, 365 sayfa

Matt, Elaine, TJ ve onların arkadaşları gündelik yaşamlarına devam ederler. Bir suçlu idam edilir, idam edilmeden önce onu bir psikolog ziyaret eder. Bu psikolog aslında suçludur, idam edilen kişi suçsuzdur. Bu olay Matt'in aklına takılır. Bu psikologun peşine düşer. Arada yan işler de alır.

Elaine'in arkadaşı Monica öldürülür. Matt, Elaine için endişelenir. Çünkü psikolog Matt'in peşine düşmüştür.

Heyecanlı, aksiyonlu ve yine bol esprili bir New York detektif romanı. Not:3/4

23 Mart 2023 Perşembe

KELİME OYUNU 109




Kelime Oyunu etkinliğimiz devam ediyor. Her hafta 5 kelime veriyoruz ve bu 5 kelimenin de içinde olduğu öykü şiir deneme benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir ve herkes 5 kelime verebilir.

Haftanın kelimeleri: Lanet/Neşe/Şok/Katran/Gölge

VAİNA 27

Uzaklarda bir yerlerde olsa da dünyaya yayılan bir musibetin söylentisi kenti hızla ele geçirip herkesin keyfini kaçırmış ve tedirginliğe sürüklemişti. Günler ve geceler boyu herkes muhabbetinin bir noktasında tekrar konuyu bu karanlık kötücül şerrin yayılışına ve hakkındaki diğer söylentilere getiriyordu. Bir tüccar kenti olmanın getirdiği bazı iyi ve kötü şeyler vardı ve her yerden çeşit çeşit insanın buraya akın ediyor olması bu ikisinin arasında bir noktadaydı. Her yerden her türlü insanın buraya geliyor oluşu onların geldiği yerlerden çeşitli hikayeler ve hurafeler arasında gerçek haberlerin de gelmesini sağlıyordu. Hatta bununla ilgili eski bir laf vardı: Astlina’da bir kuş fısıldasa Rhinasol’de herkes bunu bilirdi. Bu da ne demek diye Lua Şifacıya sormuştu ve o da “Bilirsin, Astlina okyanusun ortasında lanetli olduğu için herkesin terk ettiği ve bir tek hayvanın bile yaşamadığı minik bir ada ülkesiydi. Bilmiyor musun? Ben de seni gezgin biri sanırdım. Her neyse..” diye yanıtlamıştı.

Kışın da kendini hissettirmeye başlamasıyla insanlar oldukça huzursuzlanmış ve şehri saran curcunalı hayatın sesleri yerini fısıltılara bırakmış, neşeli yüzler giderek solmuştu. Kente gelen her yabancı beraberinde birbirine benzer korkunç söylentiler getiriyor ve kötülüğün her yönden buraya doğru yaklaştığını hissettiriyordu. Tüccarlar uzağa gidecekse yanlarına koruma tutmaya başlamıştı ve artık kimse gece seyahat etmek de sokağa çıkmak da istemiyordu.

Sonra bir gün akşam yemeği saatinde hanın kapısından içeri şok içinde orta yaşta bir adam kapıyı kırarcasına girdi. Bu halihazırda konaklayanlardan biriydi ve gezintisinden dönerken gördükleri karşısında adeta dili tutulmuştu. Herkes yemek yemeyi bırakmış ve ona ne olduğunu anlamaya çalışıyorken sonunda birisi gidip dizlerinin üzerine düştüğü yerden onu kaldırıp masalardan birine oturması için destek olmuştu. Biraz su içmesini sağladıktan sonra nihayet konuşabildiğinde neden bu kadar perişan göründüğü anlaşıldı. Ülke sınırına yakın bulunan bir köyde bir canavar saldırısı olduğu söyleniyordu. Rhinasol’e çok yakındı ve köyde bununla ilgilenecek bir doktor olmadığı için zavallı adamı at arabasında bir gece boyunca taşıyarak buraya getirmişlerdi. “Onu doktorun evine götürürlerken gördüm. Bedenindeki yaralar siyah bir katranla kaplıydı ve tüm o anlatılan söylentilere benziyordu. O şey her neyse sonunda belli ki buraya da gelmiş.” Adam bunları söyledikten sonra su içerken hala elleri titremeye devam ediyordu. Lua ve Şifacı odaya dönüp olanları düşünmeye çalıştı. Lua’ya göre bunu yapan Vaina değildi çünkü onun geride yaşam bırakacağını sanmıyordu. Bunu olsa olsa onun dönüştürdüğü veya karanlıklardan çağırdığı gölge yaratıkları yapmış olabilirdi. Günlerdir her yerde Ingrid’in bahsettiği adamı aramış ama hiçbir yerde onu bulamamışlardı. Gerçekten de artık ne yapmaları gerektiğini bilemiyorlardı ama zaman neredeyse tükenmiş görünüyordu.

3 Şubat 2023 Cuma

KELİME OYUNU 108


Kelime Oyunumuz devam ediyor. Beş kelime veriyoruz ve bu beş kelimenin de içinde olduğu deneme öykü şiir benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes beş kelime verebilir.

Haftanın Kelimeleri: Hırsız. Karmaşa. Yolcu. Söylenti. Şafak.

VAİNA 26

Lua bir gezgin, bir maceracı olduğunu ve yaşadığı yerin geleneğine göre kaderini ve amacını bulmak için yolculuklar edip durduğunu unutalı epey bir zaman olmuştu. Yine de şimdi bir şeyler ona tanıdık geliyordu. Bir handa gecelemek.. Şafak söktükten sonra sabahın erken saatini saran tereyağı ve sıcak ekmek kokusu.. Yavaş yavaş uyanan bir kentin ağır aksak yükselen karmaşa dolu sesi.. Çıraklara bağıran ustalar ve çocukları azarlayan annelerin pencerelerden taşan gürültüsü. At arabalarının taşları sayan tekerleri.. Sanki canlı bir varlıkmış gibi az sonra anlamlı seslerle kelimeler üretiverecekmiş gibi hanın gıcırdayan homurdayan tahtaları ve açılıp kapanan kapıların günaydınları…

Bunları bir yandan düşünmeye devam ederken öte yandan da kafasında başka şeyler dönüyordu. Lua ne zaman yeni bir yere gitse ekonomiyi anlamak için önce ekmek fiyatlarına bakardı. Böylece oranın pahalı bir yer olup olmadığını karşılaştırabilirdi. Yine bunun için biraz etrafta dolaşıp fiyat araştırması yapmış ve buranın pahalı bir yer olduğunu çok geç olmadan anlamıştı. Yanlarında getirdikleri şeyi satmaya çalışırken bunu göz önünde tutmaları iyi olacaktı. Şifacı ticaret işini ona bırakmasını söylemişti, onun görevi ise her şeyi incelemek ve işe yarar her şeyi öğrenmekti. Ingrid aradıkları kişileri bulmaları için çok az ipucu verebilmişti. Öncelikle tüccar bölgesinde bulunan tapınağa gitmeleri gerekiyordu. Ancak herkese uluorta Ingrid’den bahsedemezlerdi. Doğru kişiyi bulmak önemliydi. Çünkü hem Ingrid’in bedeninden vazgeçip bir konağa yerleşmiş olması hem de Lua’nın buna sebep olmuş olması korkunç meselelerdi ve cezası ölüm olabilirdi. İkinci olarak Vaina konusu vardı ve hem bu konuda uyarı yapılmalı hem de bunlara sebep olmanın cezası karşısında tedbirli olmak gerekliydi. Ingrid’in eğitiminden sorumlu olan ve göreve gönderilmeden önce emekli olsa da hala nüfusu kuvvetli olan büyük usta Dokhair bu kasabada olmalıydı. Ana kentten ayrılıp buraya aile evine dönmüştü ama Ingrid göreve gönderildikten sonra yıllar boyu ondan haber almamıştı. Ingrid onu bulurlarsa acele karar verilmiş bir ölüm cezasından önce onları dinleyeceğinden emindi. Onu bulmak için ikisinin de adını etrafta anamazlardı. Çünkü sıradan insanların arasından avcı olmak için seçilenler bu gibi kasabalardan toplanır ve ana kente götürülürdü ve aileler ve geride kalan diğerleri onlardan ve ne yaptıklarından tam olarak haberdar olamazlardı. Sadece kraliyet için özel bir birlik olduklarını bilirlerdi. Birliğe katıldıklarında onlara yeni isimler verilir ve eski hayatlarıyla olan bağları kopartılırdı. Ancak emekli oldukları zaman insanların arasına geri dönebilirlerdi ancak o zaman da birlikteki adlarını ve yaşadıklarını geride bırakmak zorundalardı. Çünkü isimler güçlü büyülerdi ve bilinmesi kötü sonuçlar doğurabilirdi. Geçmişten edindikleri tecrübeler bunu yasaklamayı gerektirmişti. İnsanların içinde dolaştıkları zaman birlikten olduklarını belli edemezlerdi. Bu yüzden de her yerde Ingridden bahsetmek yine ölümle sonuçlanabilirdi. Ingrid, Dokhair’in insanların arasındaki adını bilmiyordu. Hakkında bildiği tek şey avuç içindeki yıldız şeklinde yanık iziydi ve benzerinden bir de sol şakağında vardı. Bu Ingrid’in büyü öğrenirken bir kazaya sebep olmasıyla gerçekleşmişti. Ingrid onu en son bir asır önce görmüştü o nedenle bu izler dışında tanıması mümkün değildi. Tabi hala hayatta olduğunu umuyordu. Son ipucu da tüccar bölgesindeki tapınakta kalan günlerini birlik için yeni avcı adayları arayarak geçiriyor olması gerektiği için emekliliğinde bile çalışacak olduğu konusunda Ingrid ile aralarında geçen son konuşmaydı. Ingrid onun hala orada bir yerde olacağını düşünüyordu.

Lua birkaç gün boyunca adamın neye benzediğini düşünerek ve onu arayarak etrafta dolaşıp durdu. Bu arada yolculuklarında onlara eşlik eden binek hayvanlarını beslemeye gittiği bir gece yerlerinde olmadıklarını görünce panik içinde üst kattaki odalarına şifacının yanına koştu. Şifacı yemlerin masraflı olmasından ve hırsızlardan korktuğu için hayvanları iyi fiyata düzgün bakılacağını düşündüğü başka tüccarlara sattığını söyledi. Nasıl olsa geri dönmeye niyetleri yoktu. Şifalı özüt için de alıcılar bulmuştu ve ellerinde hala iki fıçı duruyordu. Epey para kazandıkları için biraz rahat edebilirlerdi ama aradıkları kişiyi ne kadar erken bulurlarsa her şeyin yoluna girmesi o kadar çabuk olacaktı. Lua o garip binek hayvanlarına bağlılık duymuş olmasına şaşırmıştı satıldıklarına üzülmüş olmaması gerekirdi. Yine de sorumluluk almadan araştırma yapması daha iyi olacaktı.

Böylece birkaç gün geçmişti. Bir akşam yemek salonunda kalabalığın arasında otururlarken içeriye iki yeni müşterinin girişini izlediler. Dışarıda fena bir yağmur vardı. Yolcular sırılsıklam ve perişan görünüyordu. Yüzlerinde uzaklardan gelmiş olmanın yorgunluğu ile karışık bir tedirginlik ifadesi vardı. Doğruca barmene gidip iki kişilik yer olup olmadığını sordular. O gün iki kişilik yer açılmıştı şanslarına. Barmenden onay aldıktan sonra Lua ve şifacının yakınlarındaki boş bir masaya oturdular ve yemek istediler. Etraftan birileri onlara “kente hoş geldiniz” dedikten sonra nerden geldiklerini sordular. Onlar da büyük çölün karşısından gelmişlerdi ama daha da uzaklardaki İnsan Yiyen Ormanı’nın ötesideki Farnhorn’dan geliyorlardı. Orası epey büyük bir krallık olan Tirodhaim’a bağlı bir balıkçı kasabasıydı. Dinleyenler “Epey uzun bir yolculuk olmuş, sizi buraya getiren nedir?” diye başka bir soru sordu. Yolcular birbirine bakıp kısa bir süre düşündükten sonra içlerinden biri “Farnhorn’dan herkes kaçtı. Bazıları güneye, bazıları kuzeye, doğuya ve batıya.. Geceleri insanları avlayan korkunç yaratıklar peyda oldu ve kasabayı talan ettiler. Tirodhaim’den yardım istendi ama gelen olmadı. O yöne giden tüm yollarda uğursuz bir şeyler vardı ve iletişim kuramadık. Biz de şansımızı bu taraftan yana kullandık. Aslında daha kalabalık bir gruptuk. Ama geceleri uğursuz şeyler peşimizi bırakmadı. Çöl de pek yardımcı olmadı. Geçtiğimiz yerlerde insanları uyardık. Ama buraya kadar bizi dinleyen kimse olmadı. Umarım siz bunu daha ciddiye alırsınız. Çünkü korkarım o uğursuzluk yönünü bu tarafa çevirmiş gibi duruyor.”

Adam sustuktan sonra derin bir sessizlik oldu ve ardından başka biri “Ne demek istiyorsun yani biri savaş mı istiyor? Çevredeki ülkelerle barış içindeyiz yüz yıllardır. Bu dediklerin çölde güneşin altında çok durmuş olmandan kaynaklı gibi geldi bana.” Diye itiraz etti. Ardından başka biri “Ben Suttorn’daki dağların arasında, vadide kurulu kasabadan geçip gelirken benzer söylentiler işitmiştim. Dediği gibi çölün diğer tarafından bir kötülüğün etrafa yayıldığını ve pek çok yerde geceleri dışarı çıkılamadığını duymuştum.” dedi. Böylece herkes yemek yemeyi ve bir şeyler içmeyi bırakıp koyu bir tartışmaya daldı. Bazıları bunlara hurafe ve beyin sulanması derken bazıları belki de bazı ülkelerin casuslarının işi olduğuna inanmıştı. Bazıları daha karanlık şeylere inanıyordu. Şifacı ve Lua dinlerken hepsinin sorumlusunun kim olduğunu çoktan biliyordu ancak elbette bunu burda konuşacak değillerdi. Tek bildikleri ellerini çabuk tutmaları gerektiğiydi.

2 Şubat 2023 Perşembe

ŞİŞHANE


Babam bir dolmakalem hediye etmişti. Scrikss. Hiç kullanmadım tabii. Süs gibi durur. Bazen elime alıp oynuyorum. Yazarmış gibi filan. Oynaya oynaya mürekkebi bitti. Bu kalemlerin içinde mürekkep tutan pompa var. Bundan sordum kırtasiyelere. Hiçbir yerde yok. Dediler o olsa olsa Cağaloğlu yokuşunda var ya birkaç kırtasiye dükkanı, oralarda olur. Cağaloğlu, eskiden gazetecilerin olduğu efsane bölge. Yayınevleri, kitapçılar.

Hazır yağmur o anda yağmazken gidip alayım bari dedim. Cevahir AVM önünden metroya indim, Taksim’de inip mağaralardan, dehlizlerden geçip fünikülere binip yine İkinci Dünya Savaşı sığınaklarından geçip Kabataş’ta çıktım. Soğuk hava. Tramvaya binip Sultanahmet’te indim. O ne? Bu ne kalabalık. Ayasofya, Topkapı, Firuzağa, iğne atsan yere düşmez ve yürümek bile zor. Upuzun kuyruklar ve bir o kadar da polis var. Yani nasıl oluyor da bu kadar bekleyebiliyorlar, içeri girmek için. Buraları ziyaret etmek akşam 20’den sonra veya sabah 6’da kolay ancak. Yerebatan önündeki kuyruk yere bile batmıyor.

Yerabatan’ın yanından yere batmadan Cağaloğluna yürüyüp, yokuştan aşağı vurup, tam da Marmaray Sirkeci İstasyonunun önündeki kırtasiyede bu pompayı buluyorum. 49 lira. Ucuzmuş. Bu rakamlar insana ucuz geliyor artık. Bu arada, metro, tram, vapur, füniküler, metrobüs şirin gelse de Marmaray şirin gelmez bana. Marmaray’a yolum düşmüyor belki ondandır. Yokuştan inip Sirkeciye gelince şüphesiz Hafız Mustafa çıkar karşımıza ve onun pudingleri. Bir orman meyveli puding bir çay 112,5 lira. Hafız Mustafa da kalabalık. Bu arada 3 taşıt git üç taşıt gel, yolculuk kalem pompasından pahalı.

Sonra Sirkeciden trama binip yine Kabataşa, Rusça, Arapça sohbetleri dinleyerek. Füniküler ve Taksim. Dur hemen Mecidiyeköy metrosuna binmeyim bari azcık yürüyeyim, hazır evden çıkmışken. İstiklalde hızlı bir yürüyüş, yağmur çiselemeye başladı, Sultanahmet de İstiklal de yani işte yabancı ülke gibi. Pandemiden önce Koç Perada resim konferansları dinliyordum, caddede yani. İstiklalde eskiden bir dolu arkadaşa rastlardık, şimdi arkadaşlarımız zorunlu olmadıkça buraya gelmiyor.

Şişhane Mecidiyeköy hattı metro her zamanki gibi şiş kebap gibi, Şişhane ve Şişli bence isimlerini metroda dip dibe şişe dizilmiş gibi duran yolculardan alıyor. Şişhaneden biniyorsunuz, Şişlide şişlenip, Şişecamda indirilip toplu halde malzeme olarak taşınıp orada akıllı camlara dönüştürülüyoruz.



31 Ocak 2023 Salı

MAÇKA

 


Hava soğuk, kapalı, arada yağmur çiseliyor ama çok yağmıyor, çok ıslatmıyor. Bu havada akşam spora yogaya filan gidenleri kutlamalı. Bitki çayı içip dizi izlemeli. AFK Arena oynamalı.

Nüfus çok değişti, Suriyeli, Afgan, Arap çok. Pahalı evleri Araplar alıyor, para çok onlarda. Her dil konuşuluyor sokaklarda. Ama geceleri Afganlar sokak köşelerinde kızları taciz ediyorlar. Geceleri sokağa çıkmak tehlikeli. Sokaklarda yerlerde kurşunlar bile görülüyor, geceleri atılan silahlardan.

Taksim’e gitmek hiç de eğlenceli değil artık. Nişantaşı ise halen daha yürünebilir bir semt. Orada da nüfus iyice karıştı ama belki Prada, Vuitton, House Cafe filan olduğu için halen sosyetik. Nişantaşı minnoş semt ama kafelerde oturanlar minnoş, mimari olarak estetik de sayılmaz.

Gayet eğitimli, düzgün Suriyeliler de var ama işte Suriyeli deyince insanlar yine de bir duruyor. Bu tür durumlar her yerde oluyordur dünyada. Paris’te ismi Michel olan biri ile Amir olan biri ev kiralamak istese Michel’in şansı daha çok tabii. Münih’de adı Jurgen olan biri ile Şeyhmus olan biri ev kiralarken aynı şansa sahip olmayabilir.

Yağmurda ıslanmamak için bir kafeye girip kahve içmek istesen, örneğin en sıradan filtre kahve 60 lira, düzgün bir kafede. Sessiz olan, laptop açıp çalışabileceğin kafeler. Eski Bomonti Bira fabrikası civarında ne güzel kafeler var ama evet işte ucuz değiller.

Soğukta, yağmurda zor dışarı çıkmak. En güzeli, etli noodle sipariş etmek, evde filtre kahve içmek. Ya da belki hızlı bir yürüyüş ama insan çok araba çok. Şişli’den Osmanbey’e, Maçka’ya, Teşvikiye’ye, Harbiye, Pangaltı, Bomonti’ye veya diğer yöne Florence Nightingale’e, Trump’a, Zorlu’ya doğru yürümek. Bu yürüyüşlerin sonunda en güzeli Maçka Parkına gelmek. Kedileri izlemek. Cemal Reşit Rey, Muhsin Ertuğrul salonlarının yanından geçmek. Harbiye Müzesinden ileri gitmemek. Çünkü, Divan Otelini geçince artık Gezi Parkı var, ondan sonrası yabancı ülke gibi artık.