6 Ekim 2022 Perşembe

KELİME OYUNU 97



Kelime Oyunumuz devam ediyor. Her hafta 5 kelime veriyoruz. Bu kelimelerin de içinde olduğu öykü, şiir, deneme benzeri bir yazı yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes beş kelime verebilir.

Haftanın kelimeleri: Köy/Dağ/Merhem/Depo/Kavga

VAİNA 16

Tutuli küçük ve kıyıda köşede unutulmuş bir köydü. Kendi içinde kendine yeten bir köy. İnsanlar burada tarım hayvancılık ve demircilik ile geçim sağlıyordu. Dönem dönem ticaret için büyük kente küçük bir kafile olarak gidip geri dönüyorlardı. Bu kafile genelde erkeklerden ve ailesinde başka gidecek kimse olmayan kadınlardan oluşuyordu. Yaşlılar ve çocuklar bu ticaret döneminde köyde kalıyordu. Şimdi de köyün çoğunluğu ticaret için ayrıldığından dolayı fazla hareketli değildi. Gidenler yaklaşık 3 hafta sonra geri dönecekti.

Lua dağdan indikten sonra kendinden geçtiği sırada genç bir çoban onu bulduğu ve şifacıya getirdiği için şanslıydı. Farkında olmadığı ağır yaraları büyük bir özveriyle tedavi edilmişti. Hala iyileşmeye devam eden birkaç kırık kaburgası vardı ve ne zaman olduğunu anlamadığı şekilde incinmiş olan sol bileğinin iyileşmesi de zaman alacaktı. Bileği ve yaraları şifalı otlarla sargılanmış durumdaydı. Şifacı uyanır uyanmaz ona zorla tadı oldukça acı bir çay içirmişti. Bu çay sayesinde mi yoksa artık kendine geldiği için hızla toparlanmasına mı bağlı olduğunu bilemese de hızlıca hasta yatağından çıkmayı ve etrafta dolaşmayı başarmıştı. Şimdi tamamen iyileşinceye kadar yanında kalmasına izin verdiği ve yaralarına baktığı için şifacıya işlerinde yardım ediyordu. Onun için otları kurutmaya asıyor, kuruduktan sonra torbalara dolduruyor ve isimlerini öğrenip etiketliyordu. Merhem olması gerekenlerin taş ile öğütülmesine ve karıştırılmasına da yardım ediyordu.

Köyde yemekler meydanda toplanılarak yeniliyordu. Yemek pişirme görevi sırayla değişiyor ve herkes o gün ne pişirildiyse onu tüketiyordu. Yani farklı farklı evlerde kalsalar da bütün köy tek bir aile gibi aynı sofrada bir araya geliyor bu sofrada günlük işlerden ve sıkıntılardan konuşup çözüm üretiyor gerekirse birbirinin işlerine yardım ediyordu. Lua şimdilik şifacının gözetiminde olsa da arada bir yemek pişirilmesi için de yardıma gidiyordu. Birkaç gün geçtikten sonra artık kendini daha iyi hissettiğinde balık avlamaya da gitmeye başladı. Köyde herkes kendisi için üretim ve avcılık işlerini yapsa da herkes aynı zamanda köyün ortak deposuna bağışta da bulunuyordu. Örneğin tavuğu olan biri topladığı yumurtalardan depoya da bırakıyor bir avcı ağlarından birini bağışlıyor veya un ve buğday da bu şekilde ortak depoya bir miktar birikiyordu. Böylece her gün yemekler bu depodan sağlanıyor ve beraber tüketiliyordu. Lua daha önce böyle bir sistem görmemişti ve bunun köydeki birlik duygusunu oldukça güçlendirmiş olduğunu fark etmişti.

Nereye gideceğine ve ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışırken ve iyileşirken Tutuli’yi ve halkını gittikçe benimsiyor ve kendini onlardan biri gibi görmeye başlıyordu. Onun iyi biri olup olmadığından şüphe bile duymamışlar onu iyileştirmiş ve sanki yıllardır orada yaşıyormuş gibi köy işlerine yönlendirmişlerdi. Belki de evden ayrılıp aramaya çıktığı o yer burası bile olabilirdi. Belki buraya yerleşip yaşamak iyi bir fikir olabilirdi. Ama bu tür düşüncelerin peşinden gidecek durumda değildi. Uyandığından beri Ingrid’e olan özlemi her geçen dakika artıyor ve onu kurtaramamış olduğu düşüncesi yüreğini parçalıyordu. Ona verdiği bir söz vardı ve nasıl yerine getireceğini hatta bunun mümkün olup olmadığını bilmese bile elinden geleni yapmalıydı. Onun ruhunun acı ve yalnızlık içinde olduğunu düşündükçe gördüğü yemyeşil çimenler bu enfes manzara ve balık tutarken tenine değen serin sular yalnızca boğazının düğümlenmesine sebep oluyordu. Yemek yemek bile bu şekilde zordu. Çünkü kendisi yüzünden başka biri hak etmediği bir kadere sürüklenmişti.

Bir gece vakti yine şifalı otları ezmesine yardım ettiği sırada şifacı “Bedenin iyileşiyor ama ruhun konusunda endişeliyim. Onu ve karmaşık renklerini görebiliyorum çok parlak öfkeli ve karmaşık bir auran var. Seni bu hale ne getirdi anlamak zor evlat.” Derken sanki etrafında uçuşan bir şeyleri görüyormuş gibi tuhaf bakışlar atıyordu. “Birbirini kovalayan bu iki renk ve bu çalkalanma sanki ruhun kendisiyle kavga ediyormuş gibi görünüyor. Yoksa...” konuşurken bir şeyden endişelenip duraksamıştı. Lua onun ne söylemek istediğini anlamaya çalışıyor ve neyden bu kadar korktuğunu merak ediyordu. “Yoksa sen.. sen bir ruh yiyen misin.. ama hayır öyle olsan bunu çok kolay anlardım. Sende böyle karanlık bir aura yok hayır.. yine de tuhaf bir şeyler olduğu kesin belki de bir lanet altındasındır..” Lua kesinlikle bir ruh yiyen olmadığından emindi. Onları yine mitoloji kitaplarından biliyordu tıpkı Vaina gibi ruh tüketerek yaşayan ve böyle beslenen karanlık varlıklar vardı. Ve Lua hiç ruh yemediğinden emindi. Ama dur bir dakika biraz düşününce şifacının böyle düşünmesine neyin sebep olduğunu anladı. Onun ruhuna karışan elbette bir ruh vardı. Ingrid.. onu yemiş olduğunu düşünmek korkunç bir his yarattı. Ama durumu şifacıya anlatmaya ve aslında yardım istemeye karar verdi. Ruhları görebilen biri olabileceğini hiç bilmiyordu ve böyle bir şey yapabiliyorsa şifacının onlara yardım edebileceğini ummak fazla olmazdı. Böylece o gece sabaha kadar en küçük ayrıntısına kadar her şeyi anlattı.

9 yorum:

  1. Ingrid'in bulunduğunu sanmıştım. Geçen hafta hiç renk vermemiştir 😆 Yemek organizasyonunu sevdim. Bende orada yaşamak istiyorum desem 🙂🙏💐

    YanıtlaSil
  2. Hi,

    Nice blog. I am new. Do you want to follow each other?

    https://fashionandwishlist.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  3. Güzel bölümdü, insanlar ne güzel yardım etti iyileşmesine. Bakalım İngrid konusunda da yardım alabilecek mi? Ruh konusunu iyi yazmışsın. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. duygu emanet.

      ingrid bakalım nolcaaak :)

      Sil
  4. Şifacı sanırım ona yardım edecek daha fazla şey biliyor olmalı güzel gidiyoo neolitik dönem köylerindeki kolektif köy yaşamına benziyomuş güzel olmuş ^^

    YanıtlaSil